Atadan gelen bir eğitimci. Türkiye’de eğitimin çağ atlaması için önemli çalışmalara imza atmaya devam ediyor.

Vakıfçılık zihniyetiyle eğitim veriyoruz.

Sizin öğrenciliğinizle bugünkü eğitimi karşılaştırabilir misiniz ?

Benim öğrencilik yıllarım 70’li ve 80’li yıllarda geçti. Bugüne baktığımda, “Ah bizim öğrenciliğimiz daha iyiydi! “ gibi sözler söylemeyeceğim. Ama arada bayağı fark olduğunu kabul ediyorum. Bunu da normal karşılıyorum. Çünkü o dönem ile bu günkü şartlar çok farklı. Biz modernist metotlarla öğretmen odaklı eğitim gördük. Şimdilerde eğitim, öğrenci odaklı postmodern yaklaşımların da ilerisine giderek dijimodern hale geldi. Sonuçta eğitimde kesin doğru yerine, yaklaşımlar esas alındı. Bu durum, değişimi hızlandıran en önemli unsurlardan biridir. Bakın her yıl yeni kavramlardan söz ediyoruz. Yakın zamanda bu süre her ay, her haftaya inecek. O zaman eğitimde geriye bakmak yerine geleceği anlamaya çalışmamız lazım. Gençler bizim yaşadığımız zamanı yaşamayacak, onlar geleceklerini yaşayacak. Bu düşünceyle onlara destek olmalıyız.

Ayrıca ben eğitimin tek renk olması taraftarı değilim. Anadolu toprakları çok kadimdir. Pek çok kültürleri barındırmıştır. Bugün de barındırmaktadır. Aileler, çocuklarını kendi kültür ve geleneklerine göre eğitmek ister. Elbette bilimin ve teknolojinin dili aynıdır. Ancak çocuğun aynı zamanda ait olduğu kültürü de öğrenmesi ve yaşatması gerekir. Bu bakımdan, son yıllarda eğitimimizin daha fazla millileştirilmesine yönelik yapılan çalışmaları olumlu buluyorum. Tabii bu konuda biraz daha çalışmamız lazım.

Eğitimci olma fikri nereden gelmişti, ailenizde öğretmen var mı?

Ailemizin eğitimci genleri eskilere dayanıyor. 1745 doğumlu Emiroğlu Müderris Ali Efendi dedemin, İstanbul Mahmudiye Medresesi ve daha sonra Kahire’de eğitimini tamamladıktan sonra Giresun’un Piraziz ilçesine dönerek okul açtığını biliyoruz. Bölgenin önemli alimlerinden biri olan Ali Efendi dedemin türbesi Piraziz’dedir. Daha sonra yaşayan dedelerimi de şeyh ve imam mahlasıyla tanıyoruz. Bize idol olan rahmetli amcam cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden biriydi. Bu yüzden olabilir mi bilmiyorum ailemizde, hatta ilçemiz Piraziz’de öğretmen ortalaması çok yüksektir.

O halde biraz eğitiminiz hakkında bilgi alalım. Sanırım İstanbul’da okudunuz? Sizin kuşağa mensup çokları gibi, bir yandan da çalışarak eğitiminizi sürdürmek zorunda kaldınız?

Ben ilkokulu köyümde bitirdikten sonra, ortaokulu İstanbul’da okuyabilmek için büyük mücadeleler verdim. İstanbul’da bir akrabamın yanında kaldım. Beni geri çağırırlar korkusuyla ailemden para istememek için çalıştım. İsteseydim ne kadar verebilirlerdi, orası da meçhuldü. Özellikle sinema önlerinde Tommiks, Teksas gibi macera kitapları satardım. Ayrıca bu kitapları ben de severek okuyordum. Hayal dünyamın gelişmesinde çok faydalı olduğu kanaatindeyim.

M.Ü, Atatürk Eğitim Fakültesi’nde okurken, Çemberlitaş’taki Murat Dershanesi’nin müdürü Erol Helvacı’yla arkadaş olduk. Allah rahmet eylesin. Bir gün dershaneye gelen bazı öğrencilerin özel ders istediğini söyledi. Türk Dili Edebiyatı bölümünde henüz ikinci sınıf öğrencisiydim. Sözel dersleri ben veririm, dedim. Tecrübesiz olduğum için tereddüt etti, defalarca yapabilir misin diye sordu. Önce Erol Bey’ i ikna etmekle başladım işe. İnandığım bir şeye karşımdakini de inandırma kabiliyetimi o zamanlarda keşfettim. Sözel dersleri vermeye başladım. Üç beş öğrenci derken, benim öğretmenliğim de gelişmeye başlamıştı. Daha sonra sayı arttıkça, fakültemizdeki fizik ve matematik bölümlerinden arkadaşları da işe dahil ettim. Dershaneye yakın bir yerde iki odalı bir ofis kiralayıp ders vermeyi sürdürdük. Erol’a da aldığımız ücretten pay verdik. Daha sonra dershaneye soru testi de hazırlamaya başladık. Önce bir teksir makinesi alarak kitapçıklar bastık. Bayağı eski ispirtolu bir makinaydı. Sonra ofsete geçtik. Diğer dershanelere de soru kitapçıkları satmaya başladık. Daha sonra Klas Dershanesi ve Bakırköy Final Dershanesi’nin ortağı oldum. Kısa süre sonra Avrupa Koleji, BJK Koleji ve Kent Koleji’ni kurup, İstanbul’da beş ayrı yerde şubeler açtım.

Okul açma dürtünüz parasal amaçlı mı, yani geçiminizi sağlamaya yönelik miydi, yoksa başka idealleriniz var mıydı?

Hiçbir zaman parayı ön plana koyarak eğitim işi yapmadım ben. Öyle bir düşüncem olsaydı çok paralı sektörler var. Onları seçerdim. Türkiye’nin, hatta dünyanın en çok kazanan beş yüz şirketine bakın, arasında eğitim işletmecisi yoktur. Öğretmenim ben, en iyi bildiğim iş bu. Tabii öğrenciliğimden beri bazı hayallerim vardı. Kolay kabul etmeyen, sorgulayan, itiraz eden bir öğrenciydim. Sisteme, usule karşı hep sorgulayıcı oldum. Bu yüzden okuduğum okullarda zar zor sınıf geçtim. Ama kendimi başarılı gördüm. Eğitim sektöründe de kendi inandığım doğruları uygulamaya çalıştım. Öğrenciye inandım. Onu bir cevher olarak kabul ettim. En çok ilgimi çeken çocuklar sınıf içerisinde uyumsuz, haylaz denen çocuklar oldu. Onları özellikle anlamaya, desteklemeye çalıştım. Çünkü pek çok liderler, kaşifler böyle çocuklardan çıkmıştır. Bildiğimiz kadarıyla, Atatürk de böyle bir öğrenciydi.

Bana göre, aileler çocuklarından beklentilerini güncellemelidir. Maalesef her çocuğun matematiğinin, fen derslerinin iyi olması gerektiği gibi bir algı yerleşti. Tabii bu beklenti lise ve üniversite sınavlarıyla alakalı oluştu. Ne yazık ki, bu yanlış bizi tek tip çocuk yetiştirmeye yöneltiyor. Bir çocuğun aynı zamanda hem matematikten hem de edebiyattan iyi olması beklenmemelidir. Edebiyatı iyi olup fen dersleri kötü olan çocuğa zorla fen öğretmeye çalışıyoruz. Oysa tam tersine, o çocuğun edebiyatını daha iyi yapmaya çalışmalıyız. Hangi derste iyiyse, müzik, resim, tarih, matematik… İyi olduğu alanı daha çok desteklemeliyiz. Tek sesli değil, çok sesli bir toplum lazım bize.

Hayatınızın dönüm noktasını nasıl ifade edersiniz?

Hayatımda çok sayıda kırılma noktaları oldu. Bu yüzden, dönüm noktası olarak birini öne çıkarmak diğerlerine haksızlık olur. Ama kızım Zeynepnaz doğduğunda, onu ilk görüşümde kutsanıyorum gibi bir duygu hissetmiştim. Evet bu kelimeden eminim. Yaratanın yeni bir görevlendirmesi gibi bir his. Birden fazla çocuğu olanların kulakları çınlasın, ilki için güzel bir şey söylediğinde hemen diğer evladın için de en az o kadar güzel bir şey bulmak zorunda oluyorsun. Şöyle bağlayayım, Ekinsu’nun doğumunu da ablasıyla ilgili kutsamada gösterdiğim başarının ödülü olarak düşünmüştüm. Diyeceğim, baba olmak hayatıma çok farklı bir boyut getirdi.

Peki, kariyer hayatınıza devam edelim. Özel dersler, test kitapları ve dershanelerden sonra özel okullar açtınız, kaç yılında açtınız ilk kolejinizi ?

1991’de. Oğuzkaan Koleji, merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal açılış yapmıştı. Daha sonra 1995’te Avrupa Koleji’ni; ardından merhum başkanımız Süleyman Seba’nın isteğiyle BJK Koleji’ni kurdum. Akabinde Ohio’daki Kent State Üniversitesi vakfıyla işbirliği yaparak İstanbul’da Avrupa Kent Koleji’ni kurduk. Toplamda 24 okul kurduktan sonra sıra yükseköğretime geldi. Bu amaçla iki bin yılında Avrupa Eğitim Vakfı’nı kurduk. Burada anlatırken her şey çok kolay oluyor sanılmasın. Öyle sanıldığı gibi değil, arkadaşlarımla birlikte çok çetin mücadeleler verdik. Daha sonra, 2009’da Avrupa Meslek Yüksekokulu’nu kurduk. Bildiğiniz gibi, yüksekokulumuzu 2020 yılında Kocaeli’nde üniversiteye dönüştürdük. Bunca yıllık eğitim tecrübemiz ve alt yapımızla kısa sürede mükemmel bir üniversite oluşturduk. Bu arada, Gazimağusa’da 2015 yılında kurduğumuz Kıbrıs Ada Kent Üniversitesi de var.

Niçin İstanbul’daki kurumunuzu Kocaeli’nde üniversiteye dönüştürmeyi tercih ettiniz?

Devletimiz öyle uygun gördü diyelim. Biz eğitim neferiyiz, büyüklerimiz nereyi işaret ederse gider elimizden geleni yapmaya çalışırız. Biz, Cumhurbaşkanımızın eğitimde vakıf anlayışıyla Kocaeli yükseköğretimine katkı sağlamaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz vakıf okulları bizim kültürümüzde var. Türk ve islam tarihine bakıldığında eğitimin vakıflarla yapıldığını görürüz. Selçuklu’nun  medreseleri, Osmanlı’nın Sibyan mektepleri ve medreseleri vakıflarla finanse edilip akademik ve idari özerklikler sağlamışlardı. Buranın ilk vakıf üniversitesiyiz. Bu manada yükseköğretimine yeni bir soluk getirdik. Şimdi dört binin üzerinde öğrencimiz var. Bunun beş yüze yakını yabancı öğrenci. Önümüzdeki beş yıl içerisinde 20 bin öğrenciyi hedefliyoruz. Dört - beş bin yabancı öğrenci beklentimiz var. Dolayısıyla istihdam da iki binleri bulacak. Burada yaşayan insanlarımızın bizim oluşturduğumuz potansiyelden daha çok yararlanma beklentileri var.

Başiskele’deki kampüsten sonra, önümüzdeki eğitim yılında İzmit yerleşkemizi açıyoruz inşallah. Tam teşekküllü diş hastanemiz burada hizmete giriyor. Kademeli olarak Diş Hekimliği Fakültemiz de buraya taşınacak. Kocaeli ve Sakarya bölgesinin tek Eczacılık Fakültesi bizde biliyorsunuz. Baştan beri eğitimi uygulama ve üretimle birlikte yapacağız demiştik. İsviçre’de bir laboratuvarla işbirliği görüşmelerimiz sürüyor. Tamamlanınca teferruatlı bir açıklama yapacağız. Yine mühendislik fakültesi için yeni projelerimiz var. Üçüncü bir yerleşkeyi Gebze’de açmak için çalışmalarımız var. Önümüzdeki yıla yetiştirme gayretindeyiz.

“Ülkemizdeki 208 üniversitenin 132’sini Cumhurbaşkanımız kurdu. Artık bizlerden kaliteli eğitim bekliyor. Yabancı öğrenci sayısını bir milyona çıkarın diyor. Bu hedeflere ulaşabiliriz.”

Bu çalışmalar elbette insanlık adına güzel şeyler. Ayrıca sosyal sorumluluk adına çalışmalarınız var mı?

Elbette var. Dört okul ve bir öğrenci yurdu yaptırıp devletimize devir ettik. 38 yıla yakın bir süre eğitime hizmet ediyorum. Kaç mezun verdik, kaç çocuğa dokunduk doğrusu pek hesap etmedim. Ama size şunu söyleyebilirim, Avrupa Eğitim Vakfı’mızla 872 çocuğumuza burs verdik. Bu öğrencilerin hiçbiri bizim okullarımızda okumamıştır, başka okullardadır.  Burs verdiğimiz öğrencilerin 697’si kız öğrencidir. Buradan kız öğrencilerin okutulmasındaki hassasiyetimizi ifade etmek isterim. Elbette kendi okullarımızda sınırlarımızı zorlayıp zeki öğrencilere burs vererek fırsat eşitliği yaratmaya çalıştık. Ancak bu bir nevi ticari dönüşüm sağladığı için burs kapsamına girmemelidir.

Öğrenciler daha çok hangi fakülteleri seçiyorlar? Daha verimli eğitim için ne gibi çalışmalarınız var?

Son yıllarda sağlıkla alakalı bölümler gençlerimizin yoğun ilgisini görüyor. Buna ön lisans programları da dahil. Zaten var olan bu ilgi, pandemi döneminin etkisiyle daha da arttı. Bu musibet dönemi, diğer taraftan sağlık çalışanlarının toplum için ne kadar önemli ve saygın olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Artık bu ilgiyi nitelikli eğitimle taçlandırmalıyız. Ülkemiz sağlık turizmi hızla gelişiyor. Bu alanda istihdam ihtiyacı her yıl artacaktır. Gençlerimiz mutlaka yabancı dil öğrenmeli. Bu onlara avantaj sağlayacaktır. Ayrıca yurt dışında çalışma alternatifleri de olacaktır.

Diğer taraftan gençlerimizin yazılım ve bilişim alanlarına daha çok ilgi göstermelerini arzu ediyorum. Çünkü bugün olduğu gibi, gelecekte de mühendisliklerin çok önem kazanacağı ortadadır.

Gelecekte, birinci önceliğimiz, üniversite olarak ARGE’yi daha çok destekleme niyetindeyiz. Batıdaki üniversitelerin tecrübelerinden yararlanmak için çalışmalarımız var.

Tıp fakültemizin programında geleneksel tıp alanına yer vereceğiz. Bunun çalışmalarını Çinli partnerlerimizle sürdürüyoruz. Zamanı gelince bunların lansmanını yapacağız.

Vakıf üniversiteleri kamuoyunda bazen eleştirilere maruz kalıyor. Ne dersiniz?

Haksız eleştiri olmaz, mutlaka bir nedeni vardır. Ancak eleştiriler yapıcı olmalıdır. Vakıf üniversiteleri çok önemlidir. Şöyle bakalım, vakıf üniversiteleri devletimizin parasıyla kurulmamıştır. Devletimizden işletme desteği de almıyorlar. Kurucu vakfın desteği ve öğrenci gelirleriyle eğitimi sürdürüyor.

Buna karşın devletimize ve eğitimimize çok önemli katkılar sağlıyor. Bu yıl itibarıyla 700 binden fazla öğrenci vakıf üniversitelerinde öğrenim görüyor. Bu sayı her yıl artıyor. Bu öğrencilerin 100 binden fazlası tam burslu okuyor. Üniversitelerin yaptığı özel burs ve indirimler buna dahil değil. Bu yıl devletimizin yükseköğretime ayırdığı bütçe 135 milyar TL idi. Yani yaklaşık 7 milyar dolar. Eğer vakıf üniversiteleri olmasaydı bu rakam yıllık 1.5 milyar dolar daha artacaktı. Ayrıca fiziki ve eğitim gereçlerini de koyarsak bu artış 8 milyar doları bulacaktı. İşte vakıf üniversiteleri devletimizin üzerinden her yıl bu kadar yükü alıyor. Bunun yanında kaliteli eğitim veriyorlar. Eğer öğrenci memnun olmasaydı burada paralı okumak yerine, devlet üniversitesinde ücretsiz okumayı tercih ederdi. Diğer yandan, uluslararası kriterlerde vakıf üniversitelerimiz ilk sıralarda yer almaya başladılar.

Bir de bunun uluslararası öğrenci boyutu var. Vakıf üniversiteleri bu alanda, devlet üniversitelerinden daha fazla döviz girdisi sağlıyor.

Ülkemizde 300 bin civarında uluslararası öğrenci olduğu belirtiliyor. Cumhurbaşkanımız haklı olarak bu sayının bir milyona çıkarılması hedefi koydu. Haklı olarak diyorum, çünkü eğitime çok önemli yatırımlar yaptı. 2002 yılında 76 olan üniversite sayımızı 208’e çıkardı. Bizlerden iş bekliyor. Bugün dünyada 7 milyon uluslararası öğrenci var. Türkiye, dünyanın merkezinde. Daha çok öğrenci almamız lazım.

“Vakıf üniversiteleri yılda yüz binden fazla öğrenciyi tam burslu okutuyor. Ayrıca her yıl devletimize 8 milyar dolar katkı sağlıyor. “

Verdiğiniz mesajlarla online eğitime karşısınız sanki, ne dersiniz?

Ben online veya hibrit eğitime karşı değilim. Gelecekte eğitimin tamamen buralara doğru gideceğini görüyoruz. Ancak bu bir süreç gerektirir. Bugünün şartlarında online verim alamayacağınız bölümler ve dersler var. Bunları online veya hibrit gibi uygulamalarla yapmaya kalkarsanız, eğitimi verimsiz hale getirmiş olursunuz. Almanya’daki veya Amerika’daki öğrenci online yapıyor, biz de yapalım dediğiniz anda yanlışa düşersiniz. Bizim çocuklarımızın gelebildiği online kültürle, onlarınki arasında çok fark var. Hibrit mânâ olarak güzel bir terim aslında. Esnek eğitimi çağrıştırıyor. Ama bizde ara formül gibi algı oluştu.

Sonuca gelelim... 2023 Dünya Ekonomik Forumu’nda açıkladılar. İş verenler yüzde 70 oranında mezun yetkinliklerinden memnun değil. Yani üniversite eğitimi iş hayatında ancak yüzde 30 karşılık bulabiliyor. Türkiye’de bu oran kaç, belirtmeyeceğim. Bunun izahı şu; iş veren yakın gelecekte diplomanın yanında, yetkinlik şartı arayacak. Diğer bir öngörü de; sadece yedi yıl sonra bugünkü meslekler yüzde 85 oranında biçim değiştirecek. Ülke olarak eğitim programlarımızı bu beklentilere göre planlamalıyız. Üniversitelerimizde çok öğrenci var. Bir kurumun, bir organizasyonun 60-70 bin öğrenciyi istenen düzeyde okutması mümkün değildir. Olaya sadece öğrenci istihdamı açısından bakmamalıyız.

Bir de sizin kitaplara meraklı olduğunuzu öğrendik. Çok mu okursunuz?

Bibliyofil olduğumu söyleyebilirim. Daha öncede söylediğim gibi, çocukken Tommiks, Teksas gibi macera kitaplarıyla başlayan okuma alışkanlığım, Kemalettin Tuğcu serileriyle devam etti. Lise ve üniversitede başka evreye geçtim. En sevdiğim yer Sahaflar Çarşısı oldu.  Kitapların insanları gerçekte gitmesi mümkün olmayan zamanlara ve ortamlara götürdüğünü keşfettikten sonra klasikleri okumaya başladım. Derken bu yolculuk Türk edebiyatı ve tarih diye devam etti. Bir yandan da kitap satın alma hastalığı başladı bende. Okumasam bile satın almaya başladım. Çocukluğumdan beri bütün harçlığımı kitaba veren biriyim ben. Büyüyünce kendimi şöyle ikna ettim; okumasam da alayım ki, çok satılsın ve çok kişi kitap yazsın. Hastalık diyorum, bunun bir adı var; okuyamayacağın kitapları satın alanlara tsundoku hastası diyorlar. Her zaman ofisimin üç duvarı, evimin bir odası kitap rafı olmuştur. İki kere kendimce radikal bir karar alarak, on üç bin kadar kitabımı Giresun’da ve Ağrı’da okullara gönderdim. Şimdi yine birikti.

Boş zamanımda okumanın dışında ben de yazıyorum. Okumak nasıl ki, istediğin zamana ve olaylara gitmekse, yazmakta hayal ettiğin her şeyi sana getirmektir. Bu müthiş bir şey, değil mi?