Bu nasıl bir konu! Evet, Covid-19 salgınının Türkiye’de baş göstermesinin ardından, Sağlık Bakanlığı toplumsal bağışıklığı sağlamak, salgının ekonomik ve psikolojik etkilerinin önüne geçmek için absürt bir uygulama başlatır. Buna göre 30 ile 40 yaş arasındaki gençlere virüs enjekte edilecek ve karantina merkezlerinde kontrollü bir şekilde virüsü atlatmaları sağlanacaktır. Böylelikle virüse karşı bağışıklıkları artarken, ekonomik olarak da topluma katkı sağlamaya devam edeceklerdir. Bu yöntem, tahmin edilenin aksine beklenmeyen sonuçlara gebedir. Karantina merkezlerine alınan bu gençlerin ortak noktaları da sanatla ilgilenmeleridir. Aralarından hayatını kaybedenler olacağı gibi, birçoğu da uzun sorgulamaların ardından deliliğin sınırlarında dolaşmaya başlar.

Evet, gazeteci-yazar Mevlüt Soysal bu defa hem gerçekçi hem de bir parça distopik ve absürt bir çalışma ile karşımıza çıktı. Gerçekçi, çünkü pandemi tüm detaylarıyla ele alınıyor. Distopik ve absürt… Çünkü devlet tuhaf bir yöntem uyguluyor ve bu yöntemin ardından kimi hastalar delirmeye başlıyor. Yazarlıkta çok güçlü adımlarla ilerleyen Soysal, İnkılap Kitabevi Sayfa 6’dan çıkan yeni kitabını Time okurlarına anlattı. 

Son on yılda Mevlüt Soysal’ın gazetecilik ve köşe yazarlığından roman ve oyun yazarlığına evrildiği bir sürece şahit oluyoruz. Yazı alanında çok istikrarlısın. Yeni kitabın olan Delilik Salgını’na gelinceye kadar olan süreci kısaca anlatır mısın? 

Benim aslında gazeteciliğe girişim de bir nevi edebiyat iledir. Çünkü 2004 yılında Kocaeli Gazetesi’ne başladığımda pazar günleri kültür sanat yazıları yazıyor, diğer yandan sanat söyleşileri yapıyordum. Bu sürecin hemen ardından gazetede muhabir olarak çalıştığımda ve sonrasında gazetecilik mesleğinde üst düzeye ulaşırken de edebiyatı hiç bırakmamıştım. Sadece gazeteciliğimin ilk on yılı, edebiyat alanında bir demlenme sürecimdi. 2015’ten itibaren de Tek Tanığım Gökyüzü adlı kitabımın güçlü bir yayınevinden çıkması ile beraber bu alanda çalışmalarımı hiç aksatmadan sürdürdüm. Dünün Birinde, Temmuz, Benim İçin Bir Şeyler Hatırla, Babamla Ben ve Senden Sonda gibi kitaplarım bir – bir buçuk yıl ara ile yayınlandı. 

Oyun yazarlığına da devam ediyorsun. 

Oyun yazmaya çalıştığımı ifade etsem daha iyi olur. Çünkü oyun yazarlığı teknik bir alan ben de bu alanda eğitimi olmayan bir yazar olarak yazma eylemini gerçekleştirmeye çalışıyorum. Mühendislik eğitimi almam, diğer yandan edebiyatla uğraşmam belki de yolumu kısalttı. Diğer yandan bu alanda çeşitli ödüller almam ve sahnelenmesi de bu alanda motivasyonumu yükseltti. Üç oyunumu kapsayan bir çalışmam Mitos Boyut etiketiyle, iki oyumu içeren bir kitabım da Kanes Yayınları’ndan çıktı. Oyunlar konusunda da çok çalıştığımı ifade edebilirim. 

O zaman Delilik Salgını’na gelelim. İnkılap Kitabevi Sayfa 6 etiketiyle yayınlanan bu kitabından bahseder misin? 

Delilik Salgını’nın en çok kafa yorduğum, içeriğinin en güçlü kitaplarımdan biri olduğunu ifade edebilirim. Ama bu kitaba gelmeden önce 2020 yılında dünyada yaygınlaşan ve iki yıl süren Covid-19 pandemisine gelmem gerek. Ben, meraklı bir gazeteci olarak bu pandemiyi dolu dolu yaşadığımı ifade edebilirim. Elbette hasta olarak değil, öğrenerek… Merak konusuna gelirsem… Pandemi döneminde hemen her gün gazeteye giden, günde birkaç defa bilim insanlarıyla konuşan, Tabip Odasından Sağlık Müdürlüğüne kadar yine her gün temasta bulunan, diğer yandan televizyon ve internet aracılığıyla pandemi ile ilgili bilgilenen, örneğin Kocaeli Üniversitesi’nin dünya çapındaki akademisyenlerinden bilgiler alan bir gazeteci olarak bu meseleyi enine boyuna öğrendiğimi ifade edebilirim. Nitekim pandemi döneminde bu meseleyi her yönüyle tartışacak bir niteliğe eriştiğimi de fark ettim. Bu anlamda Kocaeli Üniversitesi’nin o dönemki rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve çok değerli akademisyenlerine, Tabip Odası’na, Sağlık Müdürlüğü yetkililerine çok teşekkür ederim. Çünkü süreci uygulamalı olarak algıladım. 

Meseleyi bir tıp kitabı olarak anlatıyorsun. 

Elbette değil! Bu bilgilenmelerim sadece Delilik Salgını’na gerçekçi bir tema oluşturdu. Nitekim benim bilgilenmem yalnızca tıp alanında olmadı. O dönem Defoe’dan Camus’ya, Manzoni’den Shelley’e ya da Orhan Pamuk’a kadar salgın dönemlerini anlatan yaklaşık 3 bin sayfa okudum. Veba’dan İspanyol Gribi’ne kadar halkın tepkilerini, bilimin ve tıbbın yaptıklarını, örneğin dinsel tavırları ayrıntılarıyla algılamaya çalıştım. Bu uzun okumalar da benim için kitabıma katacağım yeni bilgiler oluşturdu. Burada bir parantez açayım: Ben bilgilenirken böyle bir kitap yazacağımı tahmin etmiyordum.

Peki, sonrası… 

O zamanlar kızım üç yaşındaydı ve ben hep enfekte olacağımı ve iki hafta boyunca kızımdan ayrı kalacağımı düşündüm. Hatırlarsanız ilk yıl karantina süreci iki haftaydı. Kızım konusunda fazla hassas olduğumdan bu düşünme süreci bende içsel bir huzursuzluk yarattı. Kızımdan ayrı kalırsam, hatta yoğun bakıma alınırsam ne yaparım ya da o ne yapar sorusunu sürekli kendi kendime sordum. Bu yüzden “kızından uzaklaşan baba” önermesi hep içimin bir tarafındaydı. Çünkü ben kızımdan uzaklaşma acısını yaşamadan, kızımdan uzaklaşacağım korkusunun yüklediği acıyı yaşamaya başlamıştım bile. Pandemiden gidersek… 

Hala konuya gelemedik… 

Evet, bir yandan kızımdan uzaklaşma korkusu, diğer yandan da toplumsal bağışıklığa ulaşmak ve virüsten kurtulmak için üretilen çareler… Kendi kendime dedim ki: “Madem toplumsal bağışıklık önemli. Sağlıklı bireyleri bir yere toplayıp enfekte edelim. Sonra onları iyileştirip yaşama katalım.” O zaman bana mantıklı gelen bu çok saçma fikir, ortaya gerçeklik üzerine distopik ve absürt dokunuşlu bir kitap olan Delilik Salgını’nı çıkardı. 

Nasıl yani? Kitapta sağlıklı bireyler bir yere toplanıp enfekte mi ediliyor?

Aynen bu! Ve olaylar da 30 ila 40 yaş arasındaki sağlıklı erkeklerin yurtlarda toplanması ile başlıyor. Fakat kitapta üç ana nokta var. 

Bunlar ne? 

Bir: Kitabın başkahramanı olan oyun yazarının karantina merkezinde yaşadıklarını anlatması. İki: Oyun yazarının eşinin dışarıya bakan göz olarak kabul edilip, onların yaşamında yola çıkılarak pandeminin insanlık, hayvanlar, yaşam şekilleri gibi olgularla değerlendirilmesi. Üç: İnsanlığın hikâyesi adı altında pandeminin dünyaya etkisinin anlatılması. 

Çok etkileyici… 

Tabii ki ana hikâye karantina merkezinde yaşanıyor ve bu merkezde başta oyun yazarı olmak üzere tiyatrocu gibi, ressam gibi, piyanocu gibi sanatla ilgilenen karakterler “İnsanın fiziken sağlıklı olması demek gerçekten sağlıklı olması demek midir?” sorusunun yanıtı peşinde koşuyorlar ve devletin aldığı bu kararı sorgulamaya başlıyorlar. Burada sanatçıların içsel olarak yaşadıkları kaoslar anlatılırken diğer yandan da pandemi döneminde evdeki hesabın çarşıya uymaması –örneğin virüsü atlatanların yeniden enfekte olması, virüs geçirenlerde beklenmeyen durumların meydana gelmesi gibi vakalar- karantina merkezinde kalanların yoğun sorgulama yapmalarına sebep oluyor. Bu durum da yeni kaosları meydana getiriyor. Karantina merkezindeki sanatçılar böylelikle deliliğin kıyılarında dolaşmaya başlıyor ve ortaya çıkan yalnızca Covid-19 salgını değil, aynı zamanda delilik salgını oluyor. 

O zaman bu kitap için Delilik Salgını müthiş bir isim. Peki, bu kitapta hedefim ne? 

Öncelikle şunu ifade etmeliyim: Benim asıl haz aldığım nokta, kitapların yazın süreci. Çünkü ben bir şey yazarken gerçekten yaşadığımı hissediyorum. Yazmadığım zamanlarda bu hayatta yok olduğum hissim bana acı çektiriyor. Dolayısıyla zaten yazarken ana hedefimi gerçekleştirmiş oluyorum. Bu yüzden yazın sürecini bazen öyle coşkulu ve haz dolu geçiriyorum ki, kitap çıktığından sonra derin bir boşluğa yuvarlanıyorum. Dolayısıyla kitap çıkmadan önce, kitapla ilgili yapmayı öngördüğüm çalışmaları bir türlü yapamıyorum. 

Yani, hedefini zaten yazarken mi gerçekleştirmiş oluyorsun. Bu durumda kitap çıktıktan sonra bir hedefin yok. 

Elbette böyle değil. Kitap çıktıktan sonra da hedefim var. O hedef de kitabımın daha çok kişinin okumasını sağlamak. Nitekim bu durum insanı yeni çalışmalar için motive ediyor. Ben de Delilik Salgını’nın daha çok kişiye ulaşması için çok çalışacağım. Sonra da yeni çalışmalar için bilgisayarın başına geçeceğim. 

Son olarak neler söylemek istersin? 

Delilik Salgını, zihnen beni çok yıpratan, meselenin gerek teknik gerekse de psikolojik ağırlığı nedeniyle çok detaylı çalışmamı elzem kılan bir çalışma oldu. Bu dosyanın kitaplaştığını görmek benim için büyük bir mutluluk. Öncelikle eşim Yağmur Soysal ve kızım Dora Begüm Soysal’a, beni yetiştiren aileme, pandemi döneminde insanlık için çok büyük fedakarlıkta bulunan akademi dünyasına, hekimlerimize, üniversitelerimize, hekim örgütlerimize, sağlık müdürlüklerimize, bu çalışma henüz kabaca tamamlanmışken “Keşke kitabın İnkılap’tan çıksa” diyen bu süreçte beni motive eden, İnkılap Kitabevi Üretim Maliyet Sorumlusu Ebru Doğan Ocak’a, kitabın editörü Saliha Ulusoy Ilık’a, kitabın basım sürecinde her zaman yanımda olan Adem Turgut’a ve yazın hayatımda benden desteklerini esirgemeyen herkese teşekkür ederim.