Sevgili Time Kocaeli okurları. Hayatta öyle veya böyle onlarca kişiyle sohbet etmemiz kaçınılmaz değil mi? Ancak bunların arasında bazı kişiler vardır ki mevki, makamı, eğitimi, siyasi görüşü sizi hiç ilgilendirmeksizin sohbetlerini arar, hatta özlersiniz. Ve bu imkânı yakaladığınız zaman son derece mutlu olur, o sohbetin bitmesini istemezsiniz. Çünkü karşılıklı konuşurken huzurlusunuzdur. İçinde; yapmacık, samimiyetsizlik, beklenti ve sevgisizlik yoktur. Aynı iki kardeşin içtenlikle, şakalaşarak ve gülücükler eşliğinde yaşadığı sıcacık bir sohbettir bu. Asla tadına doyum olmaz. İşte biz sevgili Av. Raif Kandemir kardeşimle bunu yaptık. Eski dostumla kâh güldük kâh hüzünlendik. Dergimize yapılan röportajdan ziyade özlenmiş ve gecikmiş bir muhabbet, anıları yad etme ve o günlere dönme meselesi tadında. Bakalım okuyunca siz nasıl bulacaksınız? Hadi o zaman var mısınız bizim sohbetimize katılmaya?                                                                    

Merhaba sevgili Raif Kandemir. Öncelikle dergimize hoş geldin. Seninle sohbet etmeyeli baya zaman oldu. Özledik o güzel sohbetini. Nasılsın?                                                                                                                                                

Merhaba, sevgili Sevcan Tamer. Davetiniz için ben sizlere teşekkür ederim. Biz çok eski dostlarız. Ama gerçekten epeydir bir araya gelemedik. Bugün bol bol konuşuruz.                                                  

Peki o zaman, hadi bana Raif Kandemir’i biraz anlat. Seni daha yakından tanımak isteyen olabilir. Çocukluğunu öğrenmek isteyen olabilir.                                                                                                              

Tabii ki, zevkle. Ben çok keyifli bir çocukluk yaşadım. Kocaeli, Bahçecik doğumluyum. Dedemin Bahçecik’ten bir kilometre dışarıda, 50 dönüm arazi üzerinde bulunan sekiz odalı büyük bir konağında dünyaya gözlerimi açtım. Bir buçuk yaşıma kadar ablamla dedemin yanında yaşadım. Çünkü o zaman babam Harp Okulu öğrencisiydi. Babam subay çıktıktan sonra Polatlı’ya taşındık. Babam Polatlı’da kendi maaşına göre bir ev tutmuştu. Ancak burası şehrin merkezine, yani şehrin köklü ailelerinin oturduğu yere pek yakın değilmiş. Bir gün eve geldiğinde ben galiz bir küfür etmişim. Hani sokaktaki çocuklardan öğrenilir ya. Rahmetli babam bundan çok müteessir olmuş. Ertesi gün giderek maaşının çok önemli bir bölümünü vererek daha elit bir bölgeden ev tutmuş. Bunu hiç unutamam. İlkokula İstanbul’da Topçular İlkokulu’nda başladım. Bir sene sonra 27 Mayıs İhtilali oldu. Babam Ağrı’ya tayin oldu. Fakat bizi götürmedi. Biz Bahçecik’te kaldık. Bak sana bugünkü durumlarla mukayese yapmak adına bir şey anlatmak isterim. O zaman 2. sınıftaydım. Cumartesi günü öğlene kadar mesai ve okul var. Bahçecik’te de o zaman bir otobüs vardı. Sonra bir tane daha alındı. O arabalar sabah götürüyor, akşam da geri dönüş yapıyorlardı. Fakat cumartesi günü beş gibi Bahçecik’te hanımlar ve beyler giyiniyor, süsleniyor, otobüse biniyor, İzmit Halk Evi’ne bırakılıyorlardı. Herkes dağılıyordu. O zamanlarda yazlık sinemaların her birinde bir konser var. Sinemalar var. Gazinolar var. Önlerinde kayıklar var. Herkes dağılıyor ya, istediği yere gider eğlenirlerdi. Dönüşte ya Bodrum İşkembe’ye çorba içmeye ya da pastanelere gidilirdi. Sonra 12’yi geçen bir zamanda toplanılır, köye dönme zamanı gelirdi. Bu her hafta olurdu. Otobüste giderken hanımların pek sesi çıkmasa da erkekler; şarkılar, türküler, fıkralar son derece mutlu olurlardı. Ya Sevcan ablacım. O tarihte böylesi şendik. Sonra babam bizi Ağrı’ya götürdü. Çok güzel günlerdi onlar. O günkü arkadaşlarımla daha da görüşürüm. Oradan Burdur’a göçtük. Orada tahsil hayatımın o dönemini geçirdik. Özel bir eğitim aldık. Düşünebiliyor musunuz? 50 kişilik sınıfta 45 kişi üniversiteyi kazandık. Hepsi meslek sahibi oldu. Onlarla da hiç aksatmadan görüşüyorum. Bu sayede ülkenin birçok yerinde arkadaşlarım mevcut anlayacağın. Subay çocuğu olmanın ve gezmenin avantajlı yanı.                                                                                                                                                                          

Nasıl bir çocuktun. Ailen okuldaki başarından memnun muydu?                                                                             

Nerde! Doğrusu ben çok yaramaz ve haylaz bir çocuktum. Dünyada yaramazlıklar yok olsa ben kitabını tekrar yazarım diyecek kadar var yani. Yaramazdık ama Allah’a şükür terbiyesiz değildik. Terbiyesizliği asla affetmem. Afacandık, muziptik, şakalar yapardık ama terbiye tek kuralımızdı. Ben tiyatroda vardım, müzikte vardım, sporda vardım. Okul bando takımında vardım. Sadece dersler sıfırdı. Tembeldim yani. Oradan Çorlu’ya gittik. Yaş 16 falan. 8 dersten sınıfta kaldım ve okuldan atıldım. Ailem çok üzüldü. Neyse ben ertesi sene laf olsun diye okula gidip geliyorum ya. Orada bir kız arkadaşım oldu. Kulakları çınlasın. Onun vesilesiyle okumaya devam ettim. Sınavlara girdim. Ve onun sayesinde bu günlerim. Babamın tayini bu defa Erzurum’a çıktı. Oraya gittim. Kaldığım diğer derslerimi de geçtim. Ailem askeri liseye gitmemi istemişti. Ancak babam pek sıcak bakmadı. Tiyatroda da çok başarılıydım. Hatta oyun yönetmenliği yaptım. Sonra geceler düzenledim. Futbol takımlarında oynuyor, çalışıyordum. Hatta iyi para bile kazandım. Kocaelispor’un da her kademesinde çalıştım. Bu arada 1969 yılında bir partinin gençlik kollarına da kayıt oldum. Yazması sayfalara sığmayacak oldukça renkli bir geçiş sürecinden sonra çok zor olan bir işi başarıp 442 kişi içinde 23 kişi olarak İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Okulda sevgili eşimle tanıştım. Babamda İzmit Kolordu’ya gelmişti. Avukat olduktan sonra evlendim. Konya’da muhteşem bir askerlik dönemim oldu. Ve sonuçta döndüm geldim. 42 senelik avukatlığım sürüyor.                                                                                                                                                              

Sevgili Raif öyle güzel anlattın ki hikayeni, seni kesmeden dinledim. Biliyorum ki çok renkli bir kişiliğin var. Bu özelliklerin seni nasıl etkiledi?                                                                                                             

Ya ablacım, biliyorsun ben mütevazi bir insanım. Ama bu konuda bazen şöyle de diyorum. Mesela fıkra konusunda Türkiye’de benim ayarımda bir adam yoktur. Aaa! Bak belki çok fıkra bilen vardır, ama ben bütün fıkraları orijinal dilinle anlatan bir oyuncu daha yoktur.                                                 

Yaa, iddialı mısın?                                                                                                                                                           

Yok! İddialı falan değilim. Çünkü bu kesin.                                                                                                                         

Peki siyasi hayatın devam etti mi?                                                                                                                                          

Dediğim gibi siyasete 1969- 1970 yıllarında Çorlu’da gençlik kollarıyla başlamıştım. Aileden gelen bir siyasi geleneğimiz de vardı. Onu da göğsümü gere gere söyleyeyim. Biz Atatürkçüyüz. Başka bir şey tanımayız. Bu üniversiteye kadar böyle sürdü. Geldik tam avukatlığa başladık 12 Eylül oldu. O arada ben askere gittim. Ardından tekrar partiler kuruldu. Rahmetli babamı Anavatan Partisi’nden milletvekili adayı yapmak istediler. Ben de o zaman, o partiye hoş bakmıyordum. “Hayır babacığım o partiden olmaz” dedim. Çok ısrar etmeleri üzerine babama kaç Konya’ya gel dedim. Babam Konya’ya geldi. Peşinden gelenleri kovaladım. Ne gariptir ki, çok büyük baskı ve ısrarlar sonucu 1990 yılında aynı partiye üye oldum. Anavatan Partisi olmaz derken 1995 yılına kadar ilçe başkanı oldum. O seneyse milletvekili adayı oldum. Sıralamada olan değişiklik sonucu kazanamadım. Ardından işlerime yoğunlaştım. Fakat hiç haberim olmadan, TÜPRAŞ Yönetim Kurul Üyeliği’ne atandığımı öğrendim. 26 sene maddi, manevi ödün vererek bu işi yaptım. Ve hayatımda ilk defa o dönem borçlandım. Bu benim için ilk tarih olan 1983 ve sonrası olarak geçer hayatımdan. Zaten siyaset çok bozuldu. İyice bir çıkar aracı haline dönüştü, yozlaştı. Bize göre değil.                                              

Hayatının kitabını yazdığını söyledin. Ne zaman okuyacağız? İzmit’i seviyor musun?                                                                                                                                             

Bu soruya nasıl cevap vereyim. İzmit’i benim kadar seven adam olamaz. Bu hayatta ben hep İzmit özlemiyle yaşadım. Toprağını hasretle öptüm ben bu ilin. Kitabımınsa ilki çıktı. İnternet aracılığıyla satılıyor. Bayağı da iyi gitti. Şimdi ikinci kitabımla anılarımın diğer bölümlerini anlatacağım.                                                                                                                                                                                

Raif Kandemir, son sorum. Senin sembolün haline gelen fötr şapkan meşhur. Onsuz yapamadığın söyleniyor. Doğru mu?                                                                                                                                                            

Valla öyle. İzmit’te başka yok bu sembolden. Rahmetli Süleyman Demirel bir karşılaşmamızda benimle tokalaşıyor ama gözü şapkamda. Kendi şapkası sandı herhalde. Bende çok var bunlardan. Her renk. Yaz, kış takarım ben bu şapkaları. Benim bir parçam adeta.                                                                                                                                                                                            

Çok teşekkürler kıymetli dost. Sohbetine doyum olmuyor. Yolun açık olsun. Sağlık ve başarıyla yaşa…