Bugünlerde bir hayli gündemde olan, hemen hemen herkesin tartıştığı, konuştuğu konu Ayasofya...

Bende bu konuyu birçok kişi ile konuştum, uzun uzun sohbetler ettim. Şunu söyleyebilirim ki; dinlediğim yorumlar kişilerin inançlarına ve değerlerine göre şekillenmiş kabul görmüş yorumlardan oluşuyor. 
Peki gerçekte Ayasofya cami olmalı mı? Yoksa müze olarak mı kalmalı? Cami olmasını isteyenler Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un Fethi ile kazandığı “Kılıç Hakkıdır” düşüncesini savunurken, müze olarak kalmalıdır diyenler ise
1934 yılında çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararnamesi’ni hatırlatıyor. Bunların dışında bir 3. grup ise Ayasofya’nın Doğu Roma İmparatorluğuna ait olduğunu
ve Roma’dan kalan eserlere saygı çerçevesinde “ortak miras”anlayışı ile müze kalmalıdır anlayışını savunuyor. 3. grup olarak nitelendirdiğimiz bu
grup insanlara şu cümleleri açık yüreklilikle söylemek isterim ki; Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’yı camiye dönüştürdüğünde içindeki hiçbir değere dokunmamış ve tahrip etmemiştir. Sadece suretlerin üzerleri örtülerek ibadet edilmeye devam edilmiştir. Çünkü İslam dinine göre suret olan yerde ibadet edilemezdi. 



Peki sevgili okurlar, gerek Osmanlı Devleti’nin gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin özene bezene koruduğu Ayasofya, Avrupa değeri olarak görülüp “ortak miras” kategorisinde değerlendirilirken, İslam dünyasının önemli saydığı değerler yapıtlar Avrupalılarca aynı özen gösterilerek korunmuş mudur? Avrupa kendi coğrafyasında İslam’dan kalan değerlere aynı koruyuculuğu ya da saygıyı göstermiş midir? 
HAYIR! Göstermemiştir. 
Örneklerle açıklayacak olursak İspanya’da kurulan Endülüs Emevi Devleti döneminde Kurtuba Camisi inşaa edilmiştir. Kurtuba Camisi Avrupa’da İslamın temsilcisi olarak sayılan en önemli ibadethane olarak gösterilirken İspanya bu camiyi KATEDRAL haline getirmiş ve  bu süreçte de büyük tahribatlar yaşanmıştır.. Yine Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camisi bugün kilise görevi görmektedir. Bu verdiğimiz örnekler gibi onlarca örnek sıralayabiliriz. Bütün bu örneklerin yanında Kudüs örneği de vardır ki “ortak miras listesi” denilince ilk sırayı alabilecek bir coğrafyadadır ve içinde Mescidi Aksa bulunmaktadır. ABD bundan birkaç ay önce Kudüs’ü İsrail’İn başkenti olarak kabul ettiğini ilan etmiştir. Üstelik bu bölge 3 ilahi din içinde ayrı öneme sahip bir bölge iken... 

Kudüs için böyle bir karar veren Avrupa, Ayasofya söz konusu olduğunda neden “ortak miras”derdine düşüyor? Eğer öyleyse ortak miras denilen Kudüs’ün neden İsrail’e aidiyetini ilan ediyor? 
Bütün bunları düşününce insanın “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diyesi de geliyor. Batı’nın tüm tutarsızlığına rağmen Ayasofya Hristiyan-Müslüman  dünyasının ortak özelliklerini taşıyan çok önemli bir yapıttır. Gerek Osmanlı döneminde gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Ayasofya korunmuş aslına uygun bir şekilde restore edilmiştir... Buna karşılık bizim demokrat dediğimiz Avrupa, İslam eserlerini aşağılamış, tahrip etmiş ve asıl kimliğinden uzaklaştırmıştır. 
Bundan sonraki süreçte müze olarak değil de cami olarak göreceğimiz Ayasofya 1453’den bu yana Türklere ait olmuştur ve batı her daim bunun üzüntüsünü yaşamıştır. Merhum duayen Tarihçimiz Halil İnalcık bu konu ile ilgili şöyle söylemiştir; 
Sizi uyarıyorum. Batı ne İstanbul’dan ne de Ayasofya’dan vazgeçmedi... 
Bu sözler bugünkü gelişen olaylara ışık tutabilecek önemde bilgiler. Hafife alınmamalı, irdelenmeli, ders çıkarılmalıdır. Batı Ayasofya ekseninde neleri amaçlıyor? Türkiye Ayasofya ile Kudüs kararının intikamını mı alıyor? Tarih arşivliyor... Gelin hep birlikte tarihe tanıklık edelim... 

Sağlıkla Kalın...