Hazırlayan: Sevcan Tamer

Sevgili Time Kocaeli okurları. Karadeniz dendiği zaman aklınıza ilk gelen şehirler Trabzon veya Samsun olduğuna eminim. İkisi de kendine has özelliklerle dopdolu, renkli yaşamların şehridir.                                           Tabi ki Karadeniz’in gizemli ikliminde bizi kendine çeken birçok şehir mevcut. Ancak benim bu güzel iki şehri seçmemin ayrı bir nedeni var. Ve, sizlere bu tadı damağımızda kalan tatlı seyahati kısaca anlatmak istiyorum. Ben ve oğlum Tolga bu iki şehre ve onlara bağlı cennet ilçelere doğru kısa ama çok kapsamlı ve heyecanlı bir yolculuk yaptık. Gidişimiz Sabiha Gökçen Hava Limanı’ndan kalkan bir uçakla gerçekleşti. Tolga, gezi işlerinde profesyonel olduğu için ve en sağlıklı gezmenin nasıl olduğunu bildiği için yolculuğa çıkmadan Trabzon’da araç kiralamış, şehri sorunsuz gezmemizin önlemini almıştı. Artık Trabzon’daydık. Otelimize yerleştikten sonra hiç vakit kaybetmeden zamanımız yettiğince Trabzon’u keşfe çıkacaktık.

Tolga programı sıraladı. “Anneciğim önce Boztepe, sonra Sümela Manastırı (Meryem Ana Manastırı) ve ardından meşhur Hamsiköy gezilecek...”

Ve, akşama da şehir meydanını gezeriz telaşıyla çıktık yola. Yol boyunca gözlemlediğim ve hayranlıkla seyrettiğim nefis doğası, Karadeniz’in incisi olarak tabir edilen Trabzon’u boydan boya çevreliyordu. Gerçekten yeşilin her tonunu bünyesinde taşıyan çok etkileyici bir şehirdi Trabzon. Her mevsim yağışlarıyla ünlü olan bu bölge birkaç gündür yaz aylarını yaşıyordu adeta. Yemyeşil ormanlık alanların ve dik tepelerin içlerine yapılmış yayla evleri birbirinden uzak aralıklarla yerleştirilmiş oyuncak evler gibiydiler. Boztepe’de muhteşem manzarayı seyrettikten sonra Trabzon’un Altındere Köyü’ndeki kayalık bir yamacın üzerinde ve vadiden 300 m yükseklikte kurulu olan Sümela Manastırı’na doğru yola koyulduk. Aracımızı aşağıda bırakarak tırmanmaya başladık. Manastıra ulaştığımızda tarihin en özel dönemine damgasını vurmuş değerli eserin çok fazla harap olduğunu görmek içimizi acıttı. Yine de rüyada gibiydik. Zaten manastırın büyük bir kısmı restorasyon çalışmasıyla kapatılmıştı. Bu uzunca süren ziyaretin bitiminde rotayı Hamsiköy’e çevirdik. Karnımız da acıkmıştı hani... Gittiğimiz yerin adı Hamsiydi ya, Tolga’ya “Oğlum şöyle güzel bir hamsi kızartsınlar, yanına da mis gibi bir salata ohh harika olur...” dedim. O da aynı iştahla “gerçekten nefis olur” dedi. Bir saatlik bir yolculukla Hamsiköy’e ’de tırmandık. Ama manzara inanılmaz güzeldi. Yavaş yavaş hava da kararmaktaydı. Köy kahvesi olduğunu tahmin ettiğimiz bir bahçenin içinde oturan köylülere hamsiyi sorunca güldüler. Neden gülüyorsunuz deyince bize “Hep hamsi diye gelirler bu köye de ondan” dediler. Meğer orada balığın B si yokmuş ☺  Ne yapalım bilmemek ayıp değil ya. Bize sütlaçlarının çok meşhur olduğunu söylediler. Biz de muhteşem manzara eşliğinde sütlaçlarımızı yedik, çayımızı içtik ve köylülerle vedalaşıp hava iyice kararmadan aşağıya doğru harekete geçtik.

 

Trabzon merkeze geldiğimizde Tolga’dan yeni bir süper teklif geldi...

“Anne akşam yemeğini Akçaabat’ta yiyelim”

Haydi koyulduk Akçaabat yoluna. Allah’tan Trabzon merkeze baya yakındı. İlçeye yaklaştıkça her anlamda modern bir görünüm dikkatimizi çekti. İki tarafı yemyeşil ağaçlarla çevrili yollar geniş ve ışıl ışıldı. Çok hoşumuza gitti. Orada tarihi bir Akçaabat köftecisinde yemeğimizi yedik, geze geze Trabzon’a döndük. Şehir meydanını çok met etmişlerdi. Dar sokaklardan şehir meydanına çıktık. Bu defa yine şaşırtmıştı Trabzon bizi. Muhteşem yapılarla bezenmiş ikinci bir şehir vardı adeta. Tarihle, modern yapıların harç olmuş ve özenle donatılmış ışıklı binalar içimizi açtı. Büyük bir parkı vardı ortasında. Halkının en çok sosyalleştiği yer orasıydı besbelli. Bir çay içtik ve otelimize döndük. Trabzon’da balık yiyemedik ama bakırcılarla dolu dar ve gizemli çarşıları, güler yüzlü insanları aklımızdan hiç çıkmayacak. Ertesi gün otantik ve tarihi simit fırınlarından birinde her tür yiyeceği satan seçkin bir dükkandan aldığımız meşhur peyniri, balı, tereyağı ile kendimize hazırlayıp sunduğumuz kahvaltı görülmeye değerdi. Kahvaltıdan sonra Trabzon’a veda ederek Samsuna doğru yala çıktık. Yaklaşık 4 saate yakın bir yol vardı önümüzde. Ordu ve Giresun illerini geçerek Samsuna vardık. Haa o muhteşem manzaraya dayanamayarak birkaç yerde mola verip çay içmeden gitmek imkansızdı diyebilirim.

Samsun’da mıyız, Caddebostan Sahili’nde mi ?

Çok seneler önce bir 19 Mayıs tarihinde gitmiştim Samsun’a. Tabi ki pek hatırlayamıyordum ama böyle bir yer değildi o geldiğimiz. Burası Karadeniz bölgesinin en büyük ve en gelişmiş şehri olmuş. Büyük ve modern binaları, çok geniş ve ferah yolları, gayet rahat ve düzenli trafiğiyle huzurlu bir görünüm sergiliyordu. Şehrin belli yerlerinde karşımıza çıkan tramvayla nereyi hatırladık dersiniz?  Saat geç olduğu için Tolga Samsun’da kalmayı önerdi. Haklıydı da. Bayağı uzun bir yolumuz vardı. Nerde kalabiliriz analizi yaparken bize “ Atakum” bölgesini ısrarla önerdiler. İyi ki de önermişler. Otelimizi de oradan ayarladık. Önümüzde muazzam bir kumsal uzanıyordu. Işıklarla bezenmiş ve yol boyu sıralanmış çeşit çeşit restoran ve kafeler deniz tarafında sakince yürüyen insanlarla ayrı bir dünya sergiliyordu. Oyun alanları, deniz tarafındaki değişik mimari düzenlemeler çok ilginçti. Otelden akşam yemeği için çıkmıştık ama ucu bucağı görünmeyen ve neşeli insanlarla dolu kumsal yolunu gezmeye değerdi. Sonuçta artık iyice acıktığımızı fark ederek yemeğimizi yedik. Uzunca bir yürüyüş yaptığımız Atakum sahili, 29 Ekim kutlamalarıyla iyice çoşku doluydu. Sahilde uzun uzun yürüdük. Otelimize dinlenmeye gittiğimizde saat oldukça geç olmasına rağmen dışarıda eğlence sürüyordu. Yani, Samsun demokratik yapısıyla bizi çok şaşırtmıştı. Otel odasındaki koltuğa oturduğumda ne kadar çok yorulduğumu anladım. Yattığımız an uyumuşuz. Sabah kalkar kalkmaz yola koyulalım dedik. Ama aklımız Samsun’un meşhur Bafra pidesinde kaldı.

Bu pide için Samsun’a gidilir...

Anlaşılan bu sabah kahvaltımız pide olacaktı. Samsun’un en meşhur pidecilerinden olduğunu öğrendiğimiz Niyazi Kesim Restoran tercihimizdi. Gerçekten bu güne kadar böyle bir pide yediğimi söyleyemem. Samsun’a giderseniz bu geleneksel usülde yapılan pideyi denemenizi öneririm. Bir de üstüne yediğimiz manda sütüyle yaptıkları sütlacı muhteşemdi diyebilirim. Hatta burada yediğimiz sütlaç net olarak sütlacı ile ünlü Hamsiköy’de yediğimizden çok daha iyiydi... Arabamızda açtığımız müzik eşliğinde şarkı söyleyerek muhteşem yeşillerin ve ormanların arasında yola koyulduk. Arada ilgimizi çeken her yerde de durmayı ihmal etmedik tabi ki. Aklımda kaldığı kadarıyla Samsun’dan çıkarak Kavak, Havza, Merzifon, Osmancık, Tosya, Ilgaz, Çorum, Gerede ve diğer bir çok ilçe ve köy önümüzde uzanıyordu. Pirinç mi alsak, leblebimi ya da kaya tuzu mu... Yoksa peynir veya pekmez mi derken kendimizi Adapazarı’nda bulduk.

“ Niyazi Kesim Restoran’ın kısa bir süre sonra Ataşehir, hemen ardından İstinyepark şubeleri açılacakmış. Bu lezzeti merak edenler yakında açılacak olan bu şubeleri ziyaret edebilirler ”

Sapanca veeee İzmit..

Son derece zevkli, son derece renkli ve son derece kültürel kısa ama güçlü bir geziydi bu. Artık İzmit’e gelmiştik. Baktım Tolga şimdiden yeni bir Karadeniz tatil planı yapıyordu. Haydi, yeni gezi ve gezmelerde buluşalım o zaman….