Şurada daha birkaç hafta önce romantik ilişkilerimizdeki çıkmazlardan, iş hayatımızda alacağımız kararlardan, baş etmekte zorlandığımız iş ilişkilerimizden, sınav stresinden, odasını toplamadığı için şikâyetçi olduğumuz çocuğumuzdan, bizde endişe yaratan düşüncelerden bahsediyorduk. Bunlarla baş etme yöntemlerini tartışıyorduk ki COVID-19 adlı kötü ruhlu bir canavar sahneye atladı ve tüm rolleri çaldı. Gözümüz aydın, nur topu gibi yeni bir endişe kaynağımız var artık dünyaca. Canımız tehlikeye girince içine düştüğümüz stres hali bizi almamız gereken gerçek önlemlerden ötede bambaşka hazırlıklar yapmaya sevk etti. Eve makarna stoklayarak bu virüsten korunacağımıza ve kurtulacağımıza inanır olduk. Görüyorum ki içine girdiğimiz panik havası, temel ihtiyaçlarımızı giderme kısmında düşeceğimiz gerçek mağduriyeti ya da hala sahip olduğumuz olanakları ayırt etmemize engel oluyor. 
Anlamak çok zor değil aslında. Zorunlu olmadıkça dışarı çıkılmayacak. Sosyal ilişkilere mesafe konulacak. İnsanlar birbirinin yüzüne nefesi, tükürüğü değecek mesafede konuşmayacak, kalabalıklarda bulunulmayacak, eller, yüz, giysilerde hijyen kurallarına dikkat edilecek. Kapalı tutulması kararlaştırılan kurum, kuruluş, işletmeler belli, hepsi açıklandı. Faaliyetine devam etmesine izin verilen işletmeler, kurumlar da belli. Gereksiz bilgi akışlarına kendimizi o kadar kaptırdık ki; kafamızdan mağduriyet senaryoları uydurup bunun için marketlere akın etmeyi gerçek bir önlem gibi sürdürüyoruz. Sokağa çıkma yasağı uygulanan ülkelerde örnekleri var; halk gerekli ihtiyaçlarını kontrollü bir şekilde bu şartlarda da giderebiliyor. Korkmayın, risk altında olduğumuz şey açlıktan ölmek değil. 


Hayatımıza yeni nesil anksiyeteler katmak bir yana, öğrendiklerimiz de olacak aslında bu beladan kurtulduğumuzda. Halk arasında “kontrol manyağı” diye etiketlenen insanlar, bazen tüm ihtimalleri düşünüp kontrolü ele aldığımızı sandığımızda, bunun için anda olmayı ve keyif almayı ihmal ettiğimizde, mini minnacık bir virüsün tüm sistemleri ele geçirebildiğiyle yüzleştiler bu süreçte. Tüm önlemleri almak için enerji harcarken kaçırdıklarını biraz düşünme fırsatları olmuştur belki şimdi evlerinde. “Eyvah, o zaman yanarız” cılar var bir de. Hayatlarının büyük bir kısmını varsayımlarla gününü mahvederek geçiren insanlardır bunlar. Kafalarında sürekli müthiş aksiyon, bilim kurgu, dram filmi senaryoları yazarlar. Ve henüz ilk sahnesi bile çekilmemiş bu filmin sonunda olacaklar için kaygılanarak, henüz ölmemiş esas oğlan için ağlayarak şuanda gerçek dünyada olan tüm güzellikleri görmezden gelirler. Gerçekleşmesi mümkün olan bir güzellik için eyleme geçmekte çok zorlanırlar. Seanslarda onlara sıkça sorduğum soru şu olurdu; “en kötü ne olur?”. Bu soruya verdikleri cevaplarla aslında olayın varacağı noktanın o kadar da vahim, baş edilemeyecek, çaresi bulunamayacak bir şey olmadığıyla yüzleşmişlerdir hep. Sonra da gülerek “aman ya sonunda ölüm yok ya değil mi?” derler bana. Eylemlerindeki riskleri gözden geçirip, en kötü olasılığın bile bir kazancı olabileceği fikrinde el sıkışır vedalaşırız genelde. Muhtemelen şu an çoğu, verilecek herhangi bir kararın neticesindeki olumsuzluğu, Covid-19 ile yan yana koyduklarında bunun ne kadar gereksiz bir endişe olduğunu anlamışlardır. 
Kendine ayıracak hiç zamanı olmadığını iddia eden, aslında bunu yapmamanın verdiği tükenmişlikten şikâyetçi olup psikologların, psikiyatristlerin kapılarını çalan bir kesim de var. Bu insanlar kadın-erkek ayırmaksızın iş hayatında ya da ev işlerinde herhangi bir esnekliği, yeni bir planlamayı tolere edemeyeceğine inanan, başka bir yaşam şeklinin olamayacağıyla ilgili inançlar geliştirmiş insanlardı. Sanki fazla mesai yapmasalar sektörün onlarsız yürümeyeceğine, evde üst üste iki gün aynı yemek yense kıyametin kopacağına, o ev haftada üç kere süpürülmezse yaşanamayacağına, eve iş getirmezse bu dünyanın dönmeyeceğine beni de ikna etmeye çalışıyorlardı. Çoğu iş yeri kapatıldı, mümkün olanlar evden home-office çalışmaya devam ediyorlar. Dışarıyla münasebeti kesmek için evdeki erzaklarla öğün çıkartıyoruz, ancak bizim tombik şirin dünyamız bakın hala dönüyor. 
Bu kötü canavar Covid-19 sınırsız ilişkiler yaşayanlara da bir mesaj vermeye gelmişti adeta. Haddinden fazla yakın temasın ilişkidekileri hasta edebileceğini, uzun süre ayrı kalmanın da iyi gelmeyeceğini öğretiyordu bize sanki. İnsan, hayatını dört duvar arasında sosyal hayatından izole olarak geçirmek üzere yaratılmadı. Diğer yandan gerekli mesafeyi korumayanlar birbirine hem ruhsal hem fiziksel zarar verdiler. Ertelemeyi huy edinenlerimiz de var içimizde. Hayatının o en güzel anını yaşamak için uygun zamanı ve ortamı beklediler yıllarca.

Zaman zaman etrafında deneyimlenen kazalara, kayıplara, hastalıklara seyirci olarak yaşamın zaman konusunda çok da bonkör olmadığını anlamasını bekledik ondan, anlamadı… Eyleme geçmek için o en kötü senaryonun başrolü olmayı bekledi. Kendini yeterince sevmeyi seçmedi kimisi. Bir başkasının onu, onun kendini sevdiğinden daha çok sevebileceğini zannetti ömrünce. Onun kendi için düşlemediği tüm iyilikleri hep başkası onun için belki bir gün eyleme döker diye, kendini unutmayı seçti. Covid-19 geldiğinde önce kendini sevmeyenler çıktı meydana. Kendini sevmeyen kimseyi sevemezdi çünkü. Hasta ruhunu ve kanındaki virüsü bir başkasına bulaştırmaktan çekinmedi. Kendi varlığını önemseyen, kendiliğini ciddiye alanlar korumaya çalıştı özünü. Yeterli stres altında kalmadan üretmeye, kabuğumuzu kırmaya cesaretimiz olmayacaktı ve belki de Covid-19 bize bu cesareti vermek üzere geldi. Çoğumuz evde bu kadar süre kendimizle, eşimizle, ailemizle, çocuğumuzla baş başa kalarak zamanın nasıl geçeceğinden endişe duyduk. Bir düşünsenize kendimizle baş başa kalmaktan korkar hale gelmişiz. En son ne zaman kendinize kulak vermiştiniz sahi? Eşimizle uzun uzun sohbetler etmeyi erteleye erteleye ilişkimiz uzaktan idare edilmeye ne kadar da alışmış. Çocuğumuz evde alışık olmadığı kadar anne babaya maruz kaldığında bu hepimize nasıl geldi? Bu belki de evrenin; onlarla yapmayı, konuşmayı, paylaşmayı ertelediklerimizle yüzleşmek üzere bize bir “yavaşla ve sevdiklerine kulak ver” deme yoluydu. Bugün artık hepimiz bu senaryoda başrolüz. İyileşmek değil belki ama atlatacağız biliyoruz. Beyin çalışma prensibi olarak kötüyü anımsama konusunda daha ısrarcı, bunu artık biliyoruz. Diliyorum ki evdeki izolasyon dönemlerinizi, bu sürecin öğretilerini filtrelemek, sınırlarınızı belirlemek, kararlarınızı sürekli bir şekilde eyleme geçirmek üzere kendinizle el sıkışarak atlatmayı tercih edersiniz. 
Sağlıklı günler diliyorum, gerisini siz zaten halledersiniz. Sevgiler…

INSTAGRAM: psikologoyku