Korona günlerinde kaç somun ekmek pişirdiniz? Yoga yaptınız mı? Peki ya kitaplar, yeni yemek tarifleri ya da hobileriniz konusunda ne yaptınız? Yaklaşık dört aydır devam eden – ve belirsiz bir süre daha devam edeceğini bildiğimiz – bu kriz sürecinde bazı insanların devamlı ürettiğini görürken bazı insanların ketlenme yaşayarak odaklanmakta, karar almakta ve harekete geçmekte zorlandığını görmekteyiz. Ketlenme yaşayanlar kendilerini başkalarıyla kıyaslayıp kötü hissedebilir, yetersiz/ beceriksiz/zayıf olduklarını düşünebilir. Bu durumda şu sorular akıllara gelir: Nasıl oluyor da bazı insanlar zorlu süreçleri sağlıklı bir şekilde yönetebiliyorken, hatta kimi zaman eskiden olduklarından da iyi olabiliyorken bazıları bunu yapamıyor? İçinde bulunduğumuz normalleşme sürecinde üretkenlik, yaşam doyumu, mutluluk gibi önemli yaşam temaları için nelere dikkat edebiliriz? 
Düşük veya orta düzeydeki stresler bize zarar vermez; tam tersine, olduğumuzdan daha deneyimli/ becerikli vb. hale gelmemizi sağlayarak bizi geliştirir. Yüksek düzeyde strese maruz kalmak ise bedensel ve ruhsal sistemimizi zorlar. Kriz ve stres karşısında ruhsal denge sistemimizi koruyan faktörler “psikolojik sağlamlık” olarak tanımlanabilir. Bu terimi, bedenimizi hastalıklardan koruyan biyolojik bağışıklık sistemimizin ruhsal dünyamızdaki karşılığı olarak düşünebiliriz. Bireylerin psikolojik sağlamlık düzeyleri arasındaki farklılıkların genetik kalıtım ve kişilik yapıları ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Buna ek olarak araştırmalar bağlanma biçimimizin psikolojik bağışıklık sistemimizin düzeyini belirlediğini göstermektedir. Bakım verenlerin bebekleri ile kurduğu sağlıklı bağın önemi, ruhsallıkla ilgili her konuda olduğu gibi burada
da karşımıza çıkar. Durum böyle olsa da neredeyse bütün davranışlarımızı, tutumlarımızı veya alışkanlıklarımızı değiştirebildiğimiz gibi psikolojik sağlamlığımızı değiştirip güçlendirmemiz de mümkündür. Tabii bu güçlendirme hemen gerçekleşmeyebilir çünkü değişim için bilinçli farkındalık, zaman ve emek gerekir. 
Yapılan araştırmalar psikolojik sağlamlığı yüksek bireylerin
bazı ortak özellikleri olduğunu göstermektedir. Bu özelliklerin birincisi süreci olduğu gibi kabul etmektir. Yaşam tarzımızı ve rutinlerimizi pandemi sürecine adapte etmemiz gerektiğini, hâlâ devam etmekte olan bu salgının bir anda sonlanmayacağını, sürecin belirsizliğini kabul etmemiz gerekiyor. Bütün bunlar olup biterken kendinize “bu süreçte ne yaşıyorum, nasıl hissediyorum” diye sorduğunuzda bulduğunuz yanıtları kendinizi yargılamadan olduğu gibi kabul edebilmek de çok kıymetlidir. Yoğun bir stres karşısında kaygı, korku, öfke, gerginlik, karamsarlık gibi duygular hissetmek oldukça normaldir. Belki öfke, kaygı ve bıkkınlık hissediyorsunuz. Ekonomik zorluklar yaşıyorsunuz, Covid-19 hastalığına yakalandınız ya da sevdiğiniz birini bu hastalık sebebiyle kaybettiniz. Bu tarz olumsuz durumlar “neden bunlar benim başıma geliyor” biçiminde sorgulamalara yol açabilir. Fakat bu şekilde düşünmek, sizi daha yoğun duygular hissetmeye sevk eder. Bunun yerine hissettiğiniz duygular ve onlara eşlik eden düşüncelerin işlevselliğini sorgulayarak “Bu şekilde düşünmek bana fayda sağlıyor mu yoksa  daha çok sıkıntıya mı yol açıyor?” diye kendinize sorabilirsiniz. Eğer düşünceniz fayda getirmek bir yana size zarar veriyorsa kendinize “Peki bu durumla ilgili düşünceme alternatif, daha farklı ne düşünebilirim?” diye sorabilirsiniz. Düşüncelerinizi ve duygularınızı gözden geçirdikten sonra problemlerinizi çözmek için neler  yapabileceğinize daha rahat karar verebilirsiniz. Problemin çözümü için seçenekleriniz kısıtlı olduğunda ise, duygularınızın yoğunluğunu azaltmak için yapabileceklerinize odaklanabilirsiniz. Duygu regülasyonu dediğimiz bu beceri psikolojik sağlamlığın ayrılmaz bir parçasıdır. Herkese iyi gelen şeyler de birbirinden farklıdır. Duygu regülasyonu için kimi insanlar ekmek pişiririrken kimileri dans eder, resim yapar, evi düzenler,  film izler, kanepeye uzanır ya da güvendiği biriyle duygularını paylaşır. Kontrol edebildiğiniz ve kontrol edemediğiniz durumların neler olduğunu fark etmek de önemlidir. Kontrol alanınızın dışında kalan faktörler üzerine yoğunlaşmak enerjinizi tüketip sizi hareketsiz kılar. Problemlerinizi değerlendirirken kontrol alanınıza odaklanmanın, çözüm üretme konusunda size daha fazla
yardımı dokunur. Gerektiğinde başkalarından yardım isteyebilmek de sizin kontrolünüzdedir. 

Bizler daha doğum öncesi dönemden itibaren ilişki kurma ihtiyacında olan sosyal canlılarız. Yaşadığımız pandemi süreci gibi yüksek stres yaratan durumlar
söz konusu olduğunda ise sosyal bağlarımızı güçlendirmek çok
daha önemli hale gelmektedir. Sevdiklerinizle iletişim halinde olmak, sohbet etmek, duygularınızı paylaşmak, gerektiğinde onlardan maddi/manevi destek talep etmek ya da sosyal dayanışma ağları ile bağlantı kurmak kontrol alanınızı genişletebilir. Özellikle yorgunluk, baş ağrısı, kalp çarpıntısı gibi bedensel şikayetleriniz varsa ya da kaygı, karamsarlık gibi duyguları yoğun yaşıyorsanız profesyonel bir yardım almayı düşünebilirsiniz. Yardım almak kadar desteğe ihtiyacı olanlara yardım eli uzatmak da size iyi gelebilir. Zira dayanışma, bu salgında olduğu gibi tek başımıza çözemeyeceğimiz büyük çaplı stres kaynaklarına karşı oldukça etkilidir. Bir başkasına yardım ederken nasıl da o kişiye şefkat ve esneklik gösteriyorsak, psikolojik sağlamlık için şefkati
ve esnekliği kendimizden de esirgememiz gerekir. Kendinize şefkat gösterdiğinizde sahip olduğunuz kaynaklarınızı daha objektif olarak değerlendirebilir, bu kaynakları güncel sorunlara daha kolay uyarlayabilirsiniz. Uyarlayamadığınız ya da kaynaklarınızın yeterli gelmediği durumlarda ise neden olmuyor diye düşünüp çıkmazda hissetmek yerine akışa bırakabilirsiniz.
Akışa bırakmak demek kendinizi tamamen bırakmak, boş vermek demek değil; kendinizi yermeden durumu olduğu gibi kabul etmek, durumun olumlu yanlarına odaklanıp umut etmeyi sürdürmek demektir. 
Geleceğe yönelik umut, yaşadığımız bu zorlu sürecin getirdiği değişikliklere adapte olabilmenin, plan yapıp harekete geçebilmenin belki de en kıymetli anahtarıdır. Küresel çapta bir salgını bizler ilk kez yaşıyor olsak da insanlık için bu salgın ne bir ilk ne de
son. İnsanlık, doğasında var olan adaptasyon becerisi, dayanışma ve bilimsel gelişmeler sayesinde bu salgınlarla başa çıkabildi. Şimdi bizlere düşen hiçbir şey olmamış ya da salgın tehlikesi tamamen bitmiş gibi aldırmazlık etmek değil, hem bireysel hem de kolektif geçmişimizdeki deneyimlerden yararlanmaktır. Kontrolünüzün dışında birçok faktör olsa da yapabileceğiniz şeylerin de olduğunu hatırladığınız gerçekçi bir umudu içinizde büyütmeniz dileğiyle.

Psikolog Gonca Şen
www.psikolojiizmit.com
Psikoloji İzmit Danışmanlık ve Eğitim Merkezi
@psk.goncasen
@psikolojiizmit