Temmuz ayı başlarında birkaç arkadaşımla birlikte Amsterdam’a gittim. Amsterdam ile ilişkimiz hatırlayamadığım kadar uzun zamanlara dayanıyor. Bizim Kocaeli Gazetesi’nin reklam koordinatörü olduğum yıllardan bu güne onlarca defa Amsterdam seyahatleri maceralarımı yazdım. Central Station’dan ( merkez tren istasyonu ) şehre her karışışım ayrı ama aynı yoğun heyecan ile oluyor.

 

Bu sefer ve bundan sonrakileri çok sıra dışı bir durum olmadıkça yazmayacağım. Aslında dolu dolu 3 Amsterdam günü ve ardından 3 gün Awakenings festivali macerası olmasına rağmen bu konunun detayına girmeyeceğim. ( Amsterdam ile böyle anlaştık )

 

Ancak paylaşmak istediğim bir şey var. Birincisi, 25 yıl civarı bir süredir dünyanın farklı kıtalarını, ülkelerini geziyorum. Çok sevdiğim ve tekrar birkaç kez gittiğim yerler var. Ancak Amsterdam’a gitmeden ya da daha döndüğüm günün akşamı bir sonraki uçak biletimi alıyorum. Bazen 3 bazen 8 ay gibi bir bekleme süresi ile aramızdaki ilişkiyi bunca yıldır hep canlı tutuyorum. E tabii o da bana vermesi gereken şeyleri hiçbir zaman esirgemiyor :)

 

Ayrıca bunca şeyin ardından söyleyebilirim ki 4-5 gün genellikle yetiyor. Sonra ne mi oluyor ?

 

Canım İzmit simidi çekiyor :)

 

Şimdi bu seyahatimden aklımda kalan küçük bir ânı sizlerle paylaşacağım.

 

Hollanda - Türkiye maçını Tilburg şehrindeki büyük bir festival alanında, açık havaya kurulmuş dev ekran karşısında izledik. Onbinlerce insanın olduğu yerde, Hollandalılar ile birlikte milli marşımızı söylemek, gol atınca Türkiye’deymiş gibi sevinebilmek, çevremizdekilerin gol sevincimize, bayrağımıza, milli marşımıza en ufak bir saygısızlığı bırakın saygı gösterdiklerini görmek çok güzeldi.

İşte o an aklıma başka ülkelerin milli marşları sırasında ıslıklayıp küfür edenler ve sosyal medyada gördüğüm İstanbul’a gelen Hollandalı bir turiste takside zorla yüksek sesle mehter marşı dinletip marifet gibi paylaşan taksici geldi.

 

O an medeniyet kendini çok güzel hissettirdi.