Lezzet Haritası:
Circolo Popolare, Homer Lobster ve Sokak Lezzetleri
Bu gezide en beğendiğim mekânlardan biri, adını daha önce çok duyduğum ama ilk kez deneyimlediğim Circolo Popolare oldu. Abartısız söyleyebilirim ki atmosferiyle insanı büyülüyor. Duvarları baştan aşağıya içki şişeleriyle kaplı, ışık oyunları, devasa masaları ve samimi ortamıyla baş döndürücü bir İtalyan restoranı. Şehirde rezervasyonsuz girebilmemin neredeyse imkânsız olduğu yerlerden. Ama bir şekilde şanslıysanız, bu atmosferin tadını mutlaka çıkarın.
Beni en çok heyecanlandıran deneyimlerden biri ise Paris’te ünlenen, efsaneleşmiş istakoz sandviççisi Homer Lobster’ın Londra’da Southbank bölgesinde yalnızca bir haftalığına açtığı pop-up dükkâna denk gelmekti. Nehir kenarında, köprülerin altındaki sokak sanatçılarının arasında yer alan bu geçici lezzet durağında sandviçimizi alıp o dinamik atmosferde oturarak yeme şansımız oldu. İstakoz miktarı biraz az olsa da, lezzeti tatmin ediciydi.

Birinci Bölge Turistik Duraklar, İkinci Bölge Sürprizleri
Londra’nın merkezinde yer alan birinci bölgedeki klasik rotaları bu kez hızlıca geçtik. Westminster Abbey, Buckingham Sarayı, London Eye, Trafalgar Meydanı, Soho ve Covent Garden gibi lokasyonlar hâlâ ilk kez gelenleri büyülemeye devam ediyor. Ancak ben bu defa biraz da ikinci bölgeye, daha lokal ama bir o kadar etkileyici alanlara yöneldim. Hackney, Shoreditch, Camden Town gibi bölgeler şehrin genç ruhunu, alternatif kültürünü ve sokak dokusunu hissetmek için birebir.

Londra’ya İlk Kez Gidenler İçin: Mutlaka Yapılması Gereken 15 Şey
1. London Eye’dan şehre kuşbakışı bakın.
2. Hyde Park’ta yürüyüş yapın, bir kahve için.
3. Borough Market’te sokak lezzetlerini tadın.
4. Notting Hill’de pastel renkli evler arasında kaybolun.
5. Soho’da gece hayatını keşfedin.
6. Camden Market’ten vintage bir parça alın.
7. Tate Modern ya da British Museum’u gezin.
8. Thames Nehri kıyısında yürüyüş yapın.
9. Oxford Street’te alışveriş turuna çıkın.
10. Shoreditch’te sokak sanatlarını keşfedin.
11. Bir pazar günü Columbia Road Flower Market’e uğrayın.
12. Greenwich’e gidip sıfır meridyenin üstüne basın.
13. Sky Garden’da ücretsiz şehir manzarasını izleyin.
14. Sunday Roast ya da fish & chips deneyin.
15. West End’de bir müzikal izleyin (mümkünse “Hamilton” ya da “Phantom of the Opera”).

Sanat, Kültür ve Müzik: Her Zevke Göre Bir Alan
Sanatseverler için Londra tam bir açık hava müzesi gibi. Tate Modern, National Gallery, V&A Museum gibi yerler her gelişimde beni içine çekmeyi başarıyor. Üstelik çoğu müze ücretsiz!
Bu seyahatte müziksever yönüm de boş durmadı. Londra’nın efsanevi gece kulübü Fabric’e gittik. Elektronik müzik tutkunu biri olarak beklentim büyüktü ama içerideki atmosfer bir türlü istediğimiz gibi olmadı. Yaklaşık bir saat kalıp çıktık. Ama esas güzel an, Keinemusik’in Gunnersbury Park’ta düzenlediği açık hava etkinliğiydi. On binlerce insan, dans, müzik ve yaz güneşi… Afro house çok benim tarzım olmasa da ortamın enerjisi, parkın coşkusu o kadar güzeldi ki pazar gününü burada geçirmiş olmaktan büyük keyif aldım.
Dört Günde Dolu Dolu Bir Londra
Londra’nın geceyle gündüz arasında hiçbir farkı yok gibi. Sokaklar hep hareketli, kafeler hep kalabalık. Şehir sabah yedide kahve kokarken, gece birde hâlâ kahkahalar duyulabiliyor. Dört gün boyunca bu şehirde bir an bile boş kalmadık. Her anı bir deneyime dönüştürmeye çalıştım. Ve bu üçüncü gelişimde, bir kez daha anladım ki: Londra, insanı ilk görüşte değil, her gelişte etkilemeyi başarabilen bir şehir.
Şehrin Çeperlerinde Başka Bir Londra:
“Zone 2 ve 3”
Londra’ya üçüncü kez geliyorsanız, merkezdeki simgeleri çoktan görmüş, Soho kalabalığının tadına bakmış, South Bank boyunca yürümüşsünüzdür. Bu sefer biraz daha içerilere süzülelim… Turist haritalarında pek sık karşımıza çıkmayan ama Londra’nın ruhunu bambaşka bir açıdan yansıtan Zone 2 ve 3 rotaları, şehrin başka bir yüzünü gösteriyor. Daha yerel, daha samimi, daha yaşanmış bir Londra…
Renkli Pazarlar, Vintage Dükkanlar: Camden, Notting Hill, Hackney
Zone 2’ye geçer geçmez kentin ritmi değişiyor. İlk durağımız Camden Town. Biraz punk, biraz bohem, bolca özgün. Camden Market’te envai çeşit sokak lezzetleri, ikinci el ceketler ve grafiti dolu duvarlar arasında kaybolmak serbest. Yine aynı hat üzerinde Notting Hill’e uğramak şart. Renkli cepheleri, pastel tonlu evleriyle tam bir Instagram klasiği ama orada olmak gerçekten başka bir his. Cumartesi günleri kurulan Portobello Road antika pazarı ise zamanda küçük bir yolculuk gibi.
Hackney ise genç Londralıların uğrak noktası. Bağımsız kahveciler, vegan tatlılar ve galerilerle dolu. Victoria Park çevresi, sabah koşusu yapanlarla dolu; siz de bir kahve alıp yavaş yavaş yürüyün. Londra’nın yavaş ritmini burada duyarsınız.

Doğayla İç İçe: Primrose Hill, Little Venice ve Richmond
Şehirden çıkmadan doğaya karışmak mı? Primrose Hill tam yeri…
Londra silüetini ayaklarınızın altına seren bu tepe, özellikle gün batımında nefes kesiyor. Hemen yakınındaki Regent’s Park ve hayvanat bahçesi de gezinize eklenecek diğer güzellikler.
Biraz daha romantik bir şeyler arıyorsanız, Little Venice’e uğrayın. Küçük kanallar, üzeri çiçeklerle süslenmiş tekneler ve su kıyısındaki kafeler… Londra’nın masalsı bir yüzü burada saklı gibi. Kanallar boyunca yapılan bir yürüyüşle Camden’a kadar ulaşmak da mümkün.
Zone 3’te ise doğanın doruğu Richmond Park. Serbestçe dolaşan geyikler arasında yürüyüş yapmak, insanı şehrin ortasında olduğuna inandıramıyor. Geyikler gerçekten orada ve gerçekten alışık. Yanınıza atıştırmalık almayı unutmayın, parkta uzun saatler geçirme ihtimaliniz yüksek!
Kraliyet Dokunuşu: Greenwich ve Kew Gardens
Thames Nehri’nin güneyine geçtiğinizde sizi tarihle iç içe bir doğa şöleni karşılıyor. Greenwich…
Hem tarihi hem manzarasıyla bir tam gün hak ediyor. Royal Observatory’de bir ayağınızı Doğu, diğerini Batı Yarımküre’ye koyup zamanın merkezinde durmak, gezinin en sembolik anlarından biri olabilir. Yanı başındaki Greenwich Park’ta piknik yapabilir, sonrasında tarihi pazar alanında dünya mutfaklarını tadabilirsiniz.
Kew Gardens ise başka bir dünya. Cam seraların içinde tropikal bitkiler, Japon bahçeleri, göletler, rengârenk çiçekler… Londra’nın bu botanik cenneti, doğa severler için vazgeçilmez bir durak.

Wimbledon ve Crystal Palace: Londra’nın Sakin Mahalleleri
Wimbledon dendiğinde akla tenis gelse de, bölge sadece turnuva zamanı değil, her zaman dingin ve zarif. Wimbledon Village sokaklarında dolaşmak, kafelerinde soluklanmak huzur veriyor. Crystal Palace ise dinozor heykelleriyle dolu parkı ve semtin nostaljik havasıyla Londra’nın çocuklara da hitap eden yüzlerinden.
***
İşte böyle… Eğer bu şehri gerçekten tanımak istiyorsanız, Zone 1’in dışına çıkmadan olmaz. Çünkü gerçek Londra, sadece Big Ben’le değil; Regent’s Canal’da yüzen ördeklerde, Richmond’da karşınıza çıkan bir geyikte ve Camden’daki bir sokak müzisyeninde gizli.
Yorumlar (0)