Burada yazmaya başladığımdan beri sık sık dikkatinizi çekmeye çalıştığım bir konu var: Tercihler. Marketten aldığımız meyve, seçtiğimiz iş, eş, ev, dost... Bunlar hep bizim sorumluluğunu aldığımız tercihlerimiz. Peki ya duygular? Öyleyse duyguları da biz mi tercih etmiş oluyoruz? 
Yaşamımızın farklı alanlarındaki seçimleri yapmakta oldukça hevesli, talepkar, ısrarcı olsak da bu seçimlerin getirdiği duyguları sahiplenme konusunda pek kabullenici olmuyoruz. Bu duyguları reddediyor, ‘Nereden geldi şimdi bu ben böyle, istememiştim ki ama’ diye oyunbozanlık yapıyoruz. Tercihlerimiz duygusal ihtiyaçlarımıza cevap veremediğinde buna bir sorumlu arıyoruz.
Yaptığımız tercihler yüzünden maruz kaldığımız ancak deneyimlemekten hoşlanmadığımız duygularımız olmuştur elbet. Peki, bu duyguyu bize yaşatan kişiden, durumdan, yerden uzaklaşırken yaptığımız bir diğer tercihle tekrar aynı duyguyla yüz yüze kaldığınız olmadı mı? Mesela ilişkilerinizi düşünün. Sizi ihmal ettiği için bir süre idare ettiğiniz ancak sonunda bitirdiğiniz ilişkiden sonraki yeni ilişkinizde ihmal edilmediğinizi söyleyebilir misiniz? 

İhmal duygusu üzerinden gidecek olursak ilişkilerinde hep ihmal edildiğinden ve bunun onu çok yaraladığından şikayet eden bir kişinin aile ilişkileri nasılmış bir kurcalamak isterim. İhmal duygusunu yetişkinlik dönemlerindeki ilişkilerinde yoğun bir şekilde hisseden birinin bebeklik ve çocukluk dönemlerini inceleyecek olursak muhtemelen annesi ya da babası tarafından bakımının, ihtiyaçlarının aksatılmış olduğunu keşfederiz. Bu kişiler duygusal olarak olgunlaşmamış ebeveynler tarafından yetiştirilmiş duygusal yalnızlıkla büyümüş çocuklardır. 
Bu çocuklar, bir ilişkide kabul görmeleri için başkalarının gereksinimlerine öncelik vermeleri gerektiğini öğrenerek büyümüşlerdir. Başka kimselerin kendilerine destek olmasını veya ilgi göstermesini beklemek yerine, onlar bu kimselere yardım etme rolünü üstlenebilir ve herkesi kendi duygusal gereksinimlerinin az olduğuna ikna edebilir. Ne yazık ki böyle bir durum daha büyük bir yalnızlığa neden olur. Çünkü en derin ve temel ihtiyaçlarımızı örtbas etmeye çalışmak diğer insanlarla gerçek ilişkiler kurmamızı engeller. Ebeveynleriyle yeterli duygusal bağ kuramayan ve destek göremeyen birçok çocuk, çocukluklarını geride bırakmaya isteklidir. Bu çocuklar çözümü bir an önce büyümekte bulurlar. Büyüyüp kendilerine yetebilir hale gelmeyi çözüm olarak görürler. Biz onları özgüvenli, becerikli, tuttuğunu koparan, kendi ayakları üzerinde duran genç insanlar diye adlandırırken, onlar belki de yaşlarından öte yetkinliklere sahip olurken temelde yalnızlık yaşarlar. 
Onlar yetişkin olmak için can atarlar çünkü yetişkinliğin onlara özgürlük ve aidiyet vereceğini ümit ederler. Ne yazık ki bu duygudan kaçmak için evden ayrılıp seçtikleri işlerde sömürüye tolerans gösterebilir, verebileceğinden daha fazlasının istenmesine göz yumabilirler. Yanlış bir ilişki içerisine girip duygusal yalnızlığa razı olabilirler. Bu duygusal yalnızlığı yadırgamazlar çünkü bu durum onlara normal gelir. Beynimizin en ilkel kısımları emniyetin aşinalık içinde yer aldığını bize söylemektedir. Bu bilgi, ihmal edildiğimiz, bize acı veren aile ilişkilerinden sonra yetişkinlikte neden hala sinir bozucu birliktelikleri tercih ettiğimize bir cevaptır aslında. Deneyimlediğimiz bu acı duygunun peşinden gitme sebebimiz, onunla nasıl baş edecek olduğumuzu biliyor olmanın verdiği bir güvendir bize.
Anne-babamızın kusurlu yanlarıyla yüzleşmek bizler için korkutucudur. Bu kusurlu ve zayıf taraflarla yüzleşmekten kaçınmak bizi kusurlu ilişkilerin girdabına sokacaktır. Güvenli sandığımız o alandan uzaklaşmadan sağlıklı bir ilişki yapılandırmak oldukça zordur. Bu duyguyla inatlaşmak yerine onu dinlemek, bu duygusal yalnızlığın, ihmal duygusunun nedenini bilmek daha güvenli ve tatmin edici ilişkiler kurmanın ilk adımıdır artık.