Raflar renkli, kitaplar cilalı, kapaklar albenili. Ama içleri çoğu zaman ya boş ya da çocuğun yaşına, gelişimine uygun değil. Görselliğe boğulmuş ama içeriği sığ kitaplar çocukların hayal gücünü değil, sadece dikkatini çalıyor.

Eskiden bir kitap “birlikte okunan” bir deneyimdi. Şimdi çocuklar kitapları yalnızca ödül olarak ya da görev gibi görüyor. Çünkü yetişkinler olarak biz, kitap seçme işini ciddiye almıyoruz. Eğlenceli görünüyor diye seçilen kitap, çocuğun zihinsel gelişimini desteklemiyor. Ne dili doğru ne mesajı net. En kötüsü, çocuklar kötü kurgulanmış hikâyeler yüzünden kitap okumaktan soğuyor.

Aileler kitap alırken şu üç soruyu sormalı:

  1. Bu kitap çocuğumun yaşına uygun mu?

 

  1. Kitabın dili akıcı mı, öğretici mi?

 

  1. Hikâye çocuğa ne hissettiriyor?

Her kitap, bir çocuğun karakterinde bir taş yerleştirir. Yanlış taşı koyarsan yapı çürük olur. Bu yüzden kitabın kapağına değil, içindeki satırlara bakmayı öğrenmeliyiz.

Unutmayalım: Çocuklarımıza bıraktığımız en değerli miras kitap sevgisidir. Ama sevgi, doğru yerden başlarsa yeşerir.

Türkçe Dersi Neden Artık Sevdirilmiyor?

Okumayan çocuk yazamaz. Yazmayan çocuk düşünemez. Düşünemeyen çocuk, konuşamaz. Ve biz hâlâ Türkçe dersini yılda iki defa yazılı yaparak sevdirmeye çalışıyoruz.

Eskiden “kompozisyon” günü çocukların iç dünyasını duyduğumuz gündü. Şimdi ise paragraf çözüm stratejisi, zarf-fiil ayrımı, 5N1K’ya göre metin çözümlemesi…

Yani Türkçe, bir dersi geçme aracına dönüştü. Oysa Türkçe, yaşama yön veren bir beceridir. Hayata anlam katan, kendini ifade etmenin temelidir. Ama biz bu dersin ruhunu unuttuk.

Çocuklar neden Türkçeden sıkılıyor?

Çünkü artık bu ders:

Hikâye yazmak yerine test çözmeye odaklı,

Hayal kurmaya değil, ezbere dayalı,

Gerçek yaşamla bağı kopmuş durumda.

Kitap okuma saati, “ödev” gibi dayatılıyor. Yazı yazmak, “kural hatası arama” yarışına dönmüş. Kelimelerin sihri değil, kuralların cezası öğretiliyor. Eğer bir çocuk kendi duygusunu, derdini, hayalini yazıya dökemiyorsa; Türkçe dersini değil, hayatla bağ kurmayı kaybediyoruz.

Çözüm mü? Türkçeyi tekrar sevdirmek için:

Hayal gücüne alan açmalıyız.

Yazdığı her cümlede çocuğu yargılamadan önce anlamaya çalışmalıyız.

Ve Türkçeyi sadece bir “ders” değil, “bir yaşam dili “gibi sunmalıyız.

Çünkü Türkçe, yalnızca bir not değil; kimliğimizin sesidir.