Liste uzayıp gider ve biz çoğu zaman fark etmeden hayatımızı başkalarının bizden beklediği şeylerin gölgesinde yaşamaya başlarız. Beklentiler bazen bir pusula gibi yolumuzu gösterir, bazen de görünmez zincirler gibi bizi kısıtlar. En tehlikeli yanı da şudur; bize sevgi, değer ve kabul görmenin tek yolu başkalarının beklentilerini karşılamakmış gibi hissettirir. Oysa bu kısır döngü, insanı özgür kılmak yerine, kalbini yoran bir hapishaneye dönüştürür.
BAŞKALARININ BİZDEN BEKLEDİKLERİ
Aile, arkadaşlar, iş hayatı, toplum... Herkesin bizden bir talebi vardır. Bir anne ve baba, çocuğunun kendilerini gururlandırmasını ister. Bir işveren, çalışanının her koşulda sorumluluk üstlenmesini bekler. Bir partner, kusursuz bir eş olmanı, hiç hata yapmamanı diler. Toplum ise sana sessizce şunu fısıldar: “Herkes gibi ol, ama biraz da farklı ol ki övgü alabilesin.”
Ve biz çoğu zaman bu görünmez listeleri taşıyabilmek için kendimizi zorlar, yorulur, tükeniriz. Bir düşünün, kaç kere sadece başkasını mutlu etmek için kendi kalbinizin sesini susturup, o kırılmasın diye yolunuzu değiştirdiniz? İşte beklentiler, insanın kendi benliğini unutmasına yol açan en sessiz savaşlardır.

KENDİMİZDEN BEKLEDİKLERİMİZ
Kendi içimizde bir ses vardır. En sert yargıcı, en acımasız eleştirmeni barındırır. “Güçlü olmalısın, herkesi mutlu etmelisin, bütün yükü sen taşımalısın...” Belki de en ağır zincir budur; kendi içimizde yarattığımız beklentiler. Çünkü başkasına “hayır” diyebiliriz ama kendimize koyduğumuz şartlardan kaçmak çok daha zordur.
Lina’nın hikâyesi tam bu noktada kalbimize dokunur. Lina, 35 yaşında iki çocuk annesi, işinde başarılı ve ailesinin her zaman onunla gurur duyduğunu bilen bir kadındı. Ama Lina içinde hep bir boşluk hissediyordu. Çünkü hayatı boyunca hep başarılı olması beklenmişti; çocukken öğretmenlerinden, genç kızken ailesinden, büyüyünce eşinden... Bir gün küçük kızı ona “Anne, sen mutlu musun?” diye sorduğunda o an fark etti ki bugüne kadar bu soruyu kendine hiç sormamıştı. Hep başkalarını memnun etmeye çalışmış, kendini unutmuştu. İşte beklentilerin görünmez geçmişi budur. Bizleri öyle bir sarar ki kişi kendi mutluluğunu göremez hale gelir.
HAYAL KIRIKLIKLARI VE YORGUN RUHLAR
Beklentilerin en acı sonucu, hayal kırıklıklarıdır. Bazen birine tüm kalbinle iyi davranmanın karşılığını alamazsın, bazen o kalbi hoyratça kırabilirler. Bir dostuna yaptığın fedakârlık sonrası sana sırtını dönebilir. O anlarda kendine sorarsın: “Ben bu kadar emeği neden verdim, karşılığını neden alamadım?”
Cevap basittir; insan beklentiyi ne kadar büyütürse, kırgınlığı da bir o kadar derin olacaktır.

GERÇEK ÖZGÜRLÜK BEKLENTİSİZ YAŞAMAK
Çare nedir? Çare, beklentisiz yaşamayı öğrenmektir. Bu, hiçbir şey istememek veya hayata kayıtsız kalmak anlamına gelmez. Bu, yaptığın iyiliğin, emeğin, sevginin karşılığını bir başkasında değil, kendi vicdanında bulmaktır.
Gerçek özgürlük, başkalarının gözündeki değerini aramak yerine kendi kalbinin sesini dinlemektir. Gerçek huzur, evet demek kadar gerektiğinde hayır demeyi öğrenebilmektir. Gerçek sevgi, beklentiye değil özgürlüğe yaslanır.
SONSÖZ
Beklentilerimizi azalttığımızda yüklerimiz hafifler. İnsanlardan, hayattan, hatta kendimizden daha az şey beklediğimizde daha çok şeye şükreder, daha özgür hissederiz.
Hayat, başkalarının bizden ne beklediğiyle değil, bizim kim olduğumuzla anlam kazanır. İnsan, kendi yolunu seçtiği anda gerçekten yaşamaya başlar. Unutmayın; beklentiler azaldıkça özgürlük büyür ve hayat, beklentilerimizi değil cesaretimizi ödüllendirir. Ve başkalarından beklediklerimiz boşa çıktığında yıkılmıyor oluşumuz, gerçek gücümüzü ortaya çıkartır.
Özgürlük, onların gölgesinde değil; onların beklentilerini geride bıraktığın yerde başlar.
Yorumlar (0)