Çünkü mesele, yalnızca münferit bir suç hikâyesi değil. Bu, hepimizin gözleri önünde büyüyen bir yara.
Şiddet: Küçük Yaşlarda Atılan Bir Tohum
Çocuklar, doğduklarında şiddeti bilmezler. Şiddeti öğrenirler. Evde, okulda, sokakta, televizyonda... Bir bakışta, bir sözde, bir suskunlukta şiddetin nasıl işlendiğine şahit olurken, kendi kimlikleri de yavaş yavaş şekillenir.
Danışanlarımla çalışırken sıkça görüyorum: Erken yaşlarda şiddete maruz kalan ya da şiddetin normalleştirildiği ortamlarda büyüyen çocuklar, ilerleyen yıllarda hem kendilerine hem başkalarına zarar verme eğilimi taşıyabiliyorlar. Çünkü şiddet, çözüm üretmeyen ama güçlü hissettiren bir "dil" gibi sunuluyor onlara.
Minguzzi Cinayeti: Bireysel Değil, Toplumsal Bir Travma
Minguzzi cinayeti, aslında bireysel bir cinnetin ötesinde, bir toplumun topluca ihmal ettiği değerlerin kanlı bir tezahürü gibi.
Olayın ardındaki kişiler –ki biliyorsunuz suça sürüklenmiş çocuk kapsamında yargılanıyorlar-muhtemelen küçük yaşlardan itibaren ihmal edilmiş, duygusal olarak yoksullaşmış, öfke biriktirmiş ve sağlıklı sınırlar kurmayı öğrenememiş bireylerdi. Sadece bireysel hatalardan bahsetmiyoruz; bir bütün olarak toplumun, koruyucu mekanizmalarını kuramamasının da etkisinden söz ediyoruz.
Bize acı bir gerçekle yüzleşme fırsatı veriyor: Şiddet, sadece kötü niyetli birkaç insanın sorunu değil; hepimizin dolaylı veya doğrudan katkıda bulunduğu bir kültürün sonucu.
Toplumsal Şiddetin Arka Planı
Gözlemlediğim bir başka önemli nokta ise şu: Türkiye’de şiddet, yalnızca sokakta ya da ailede değil, dilimizde, gündelik tartışmalarımızda, politikada, trafikte, hatta mizahımızda bile kendini gösteriyor. Birbirimize nasıl baktığımız, nasıl konuştuğumuz, nasıl tartıştığımız... Hepsinde bastırılmış öfkenin, güvensizliğin ve korkunun izlerini görmek mümkün.
Ve unutmayalım, çocuklar bunları sadece görüyor değil; özümsüyorlar.
Peki Ne Yapabiliriz?
Bu sorunun cevabı basit değil, ama imkânsız da değil. Şunlarla başlayabiliriz:
• Çocuklukta Sevgi ve Güven İnşası: Çocuklarımıza, koşulsuz sevgi, güven ve saygı ortamları sunmalıyız. Bu, şiddeti önlemenin en temel yolu.
• Şiddeti Normalleştiren Dilden Uzak Durmak: Medyada, evde, arkadaş ortamlarında kullandığımız dili gözden geçirmek; küçümseyici, tehditkâr, saldırgan ifadeleri bilinçli olarak terk etmek gerekiyor.
• Empatiyi Güçlendirmek: Empati, şiddetin panzehiridir. İnsanları anlamaya çalışmak, onları nesneleştirmekten kurtarır.
• Adil ve Hızlı Adalet Mekanizmaları Kurmak: Cezasızlık, şiddeti besler. Suçun karşılığının gecikmeden ve adil bir şekilde verildiği bir sistem, toplumun güven duygusunu güçlendirir.
• Toplumsal Travmalarla Yüzleşmek: Yaraları halının altına süpürmeden, geçmişte yaşadığımız acıları, şiddet olaylarını konuşmak, anlamak ve bunlardan ders çıkarmak şart.
Son Söz
Minguzzi cinayeti bir son değil. Eğer biz bu olaydan sonra yine sessiz kalırsak, yine görmezden gelirsek, bu sadece yeni acıların başlangıcı olur. O yüzden sorumluluğumuz var: Kendimize, çocuklarımıza ve geleceğimize karşı.
Şiddetsiz bir kültür inşa etmek kolay olmayacak. Ama her küçük adım, her sağlıklı iletişim, her şefkatli yaklaşım, kolektif ruhumuzda iyileştirici bir iz bırakacak.
Ve belki de bir gün, bu topraklarda büyüyen her çocuk, dünyaya daha çok güvenebilen, daha çok seven ve daha az korkan biri olacak.
Yorumlar (0)