Son zamanlarda klinikte ve özel yaşamımda ilişkisinden mutsuz olan çokça insanla kesişti yolum. Pek çok severek hatta aşık olarak başlayan masalsı ilişkileri, ne oluyor da kasım bile kurtaramıyor.
Mesleğim gereği kimse bana yolunda giden şeylerden bahsetmek üzere gelmez, buna alışkınım ancak; özel yaşantımda da birbirinden mutsuz çiftlerin artması dikkatimi çekmeye başladı.
Sorunu çözebilmek için genelde son dönemde yaşanan tartışmaların sebebine odaklanıyoruz. Bireylerin değişiminin, çatışmalara kaynak yarattığını düşünüyoruz.
Bana sorarsanız hikâyenin en başına bakmadan, çözüme dair yol alınacak gibi değil.
Önce anlamak gerek, ne hissediyoruz. Hissettiğimizin sebebi son yaşanan tartışmalar, değişimler, eksiklikler mi?
Bir büyüğümüzle ya da arkadaşımızla ilişkisel sorunlarımızı paylaştığımızda duyacağımız cümleler benzer oluyor; "ahh biz de yaşadık zamanında ama idare ettik hep, olur öyle evliliklerde".
Her ilişkide farklı sebeplerden sorunlar olduğunu duyunca, kendi sorunumuzun daha kabul görür ya da daha kabul edilemez yanlarına odaklanıyoruz bu sefer.

Benzer sorunları yaşayanların yıllardır 'idare ettiğini' duyup, kendi şımarıklığımızla ilgili şüphelere düşüyoruz. İdare edememenin hissettirdiği yetersizlikle, yükleniyoruz bazen kendimize. Onca kişi aynı sebeplerden sorun yaşayıp mutlu bir evliliği sürdürebiliyorken, bizim başaramıyor oluşumuzu dert ediyoruz iyice.
Ya da karşı taraftan beklediğimiz dönüşümü görememenin hissettirdiği hayal kırıklığıyla eşimize saldırmaya başlıyoruz bu sefer. İsteklerimizi karşılamıyor oluşuna, kendimizce varsayımlar geliştirerek, gerekçeler sunuyoruz.
Lacan'ın aşka dair kurduğu cümleler aşk ve ilişkiler ile ilgili başka bir kabullenişe kapı aralıyor bana sorarsanız...
"Açık olan şey şu ki, erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkilerin, insanlardaki semptomlarda belirleyici bir rol oynadığından şüphelendiğim için tıbba girdim.(...) Nihai hakikat şu ki, erkeklerle kadınlar arasında işler yürümüyor."

Bazen kliniğe tedirgin bir tavırla gelen kadınlar oluyor. Oturup anlatmaya başladıkları an ağlamaya başlıyorlar ve partnerlerini suçlayıcı ifadeler kullanırken, benim de onları desteklediğim mesajını veren mimikler görmek ya da sözler duymak için yüzüme bakıyorlar. Konuşmamız ilerledikçe aslında suçlu kimsenin olmadığını anlıyoruz. Adı 'ilişki' olan şey insanda beklentiye sebep oluyor, ihtiyaçlarının karşılanması için seçtiğin kişi, senin ihtiyaçlarının ne olduğundan bi haber seninle birlikte olduğunda, sana bakım vermeyi hür iradesiyle kabul etti zannediyorsun.
Yine bir kadın ile bir erkeğin yani annen ile babanın ilişkilerinden aldığın referanslarla aydınlatmaya çalışıyorsun kararan ilişki yolunu. Ve Lacan’ın da dediği gibi; onların arasında işler yürümedikçe senin yaran büyüyor.

 
Hatta partnerini seçme sebebin,annen ile babanın arasındaki ilişkide, yönetemediklerinin sende yarattığı boşluğu doldurma çabanla ilgili. Onların, sorun yönetemez halleriyle, senden hıncını çıkardıkları anlarda hissettiklerin, düşündüklerin ve sende gelişen inançlarla yapıyorsun ilişki seçimlerini.
Erkeklerle kadınlar arasında yürümeyen işler senin şimdiki semptomlarının kaynağı oluveriyor. Değersiz hissediyorsun, tükenmiş hissediyorsun. Sebepsiz titremeler, çarpıntılar, uyku bozuklukları, beslenme bozuklukları yaşıyorsun. Ne oldu anlat, diyorlar. Yakın zamanda yaşanmış bir hikaye arıyorsun. Oraya müdahale edilirse semptomlar sönecek diye umutlanıyorsun.
Oysa demiştim ya hikâyeyi baştan dinlemek gerek diye. Peki tüm semptomlarınıza sebep olan kişiyle bir ilişkiye neden başladığınızı hiç düşündünüz mü? 
Danışanlarıma bu örnek çok tanıdık gelecek şimdi. Ayakkabı alışverişi yaptığım bir marka var, her seferinde kampanya var, çok özel fırsat var diyorlar, iki çift ayakkabı almaya ikna oluyorum. Aradan kısa bir süre geçiyor, ayakkabıların birinde kesin sorun çıkıyor. Sonra ben ayakkabıyı geri götürüyorum, derdimi anlatıyorum. Onlar da kendi üretmedikleri ayakkabılarda bazen böyle sorunlar olabildiğini, markanın adına leke sürdürmemek üzere kusurlu malların değişimi ya da iadesi için bana yardımcı olacaklarını söylüyorlar. Ben o an işime nasıl geliyorsa ya değişim ya iade yapıyorum. Sonraki sezon ayakkabılarda yine sorun çıkabileceğini bile bile yine gidiyorum aynı markadan ayakkabı alıyorum. Bu durumda insana ‘sen ne iflah olmaz bir müşterisin arkadaş’ demezler mi, derler.

Peki ben, bana sorun çıkartacağını bile bile neden aynı mağazadan alışveriş yapıyor olabilirim? Çünkü o marka bildiğim kötü bir marka. Diğer markaları bilmiyorum.O markalardan alışveriş yaparsam ve sorun yaşarsam başıma neler gelecek bilmiyorum. Belki ayakkabıda sorun bile olmayacak, ya da ürünün hatasını kabul etmeyecekler bilmiyorum. Ancak bunların hepsi risk ve bana güvensizlik veriyor. Ancak diğer alışveriş yaptığım markanın bana en fazla ne kadar sorun yaratacağını ve bununla nasıl baş edebileceğimi biliyorum. Bu sebeple o mağazayı güvenli alanım belirliyorum. 
İlişkilerdeki seçimlerimizde belirleyici olan da ebeveynlerimizin bize olan tutum ve davranışları. Ebeveynleri tarafından ihtiyacı olan ilgiyi, sevgiyi görmemiş, çocukluk yıllarını onlardan onay almak üzere çabalayarak geçirmiş bir çocuk, muhtemelen yetişkin bir birey olduğunda aynı motifi tekrarlayacak, bildiği kötülükte yani ihmalkar bir eş seçecektir. İhmal edilmek, onun baş etmeyi yıllardan beri öğrendiği, ne hissettirdiğini defalarca deneyimlediği, bu hisle neler yapabileceği hakkında fikrinin olduğu bir durumdur. Ve başka kötülükleri deneyimlemektense, bildiği kötüyü seçer insan. 


Bu çok uzun süre dayanılacak bir durum değildir elbet. Kendine yatırım yaptıkça, doğasına, ihtiyaçlarına, duygularına kulak verdikçe bunun ‘sevgi’ ya da ‘aşk’ olmadığını anlar. Kendini korumayı öğrenir sonra. Önce sakince gözlemler. Kendini bu sömürüden kurtarmanın yollarını arar. Güvende hissettiği an gider. Kendi olduğunda sevilmeme korkusu yoktur artık. 
Mevzu daha çooook uzun aslında, ama artık kısa kesmem gerektiği Freud’un bir sözünden alıntı yaparak bitiriyorum. Freud; "hastalanmamak için son çare olarak sevmeye başlamak zorundayız" diyor. Psikoloji biliminin babası olarak kabul gören Freud, yanılmış olamaz değil mi? Sevmeyi öğrenmek, eyleme dökmek bizi iyileştirecek. Sevmeyi ve sevilmeyi deneyimlemedikçe, yaramızın tatlı tatlı kaşınmasını sevgi zannedip, yarattığı hazzın peşinden koşacağız yoksa.