İsveç, az insandan kaynaklı bir huzur ülkesi. Ne betona boğmuşlar kentleri ne hayvanların doğal yaşamlarına dokunmuşlar… Büyük partiler yapmak, eğlenmek isteyene değil, huzur bulmak isteyene, tarihe tanıklık etmek isteyene göre bir ülke. Bir de damağını Michelin yıldızlı bir restoranda çatlatmak isteyene göre…
Time Kocaeli okuyucuları merhaba. Ben bir gazeteciyim ve dergi okuyucusuyum. Dergi yazısı yazmak dışarıdan bakınca kolay gözükse de hiç de öyle olmadığını bu kısa yazıyı yazarken anladım. Söz konusu bu yazı teslim tarihini bir hayli aşarak iletildi. Sevgili Tolga (Tolga Tamer) ile tanışıklığımız yıllar öncesine dayanıyor. Tolga kadar fırsat bulamasam da şehirler ve ülkeler arası gezmeyi, yeni kültürleri tanımayı çok severim. Son seyahatim İsveç’e idi. İsveç’e gelip uçaktan iner inmez Tolga ile telefonlaştık, ‘İsveç’i bize yazsana’ teklifini geri çeviremedim. Bugün ikinci vatanım diyebildiğim İsveç nedir, nerededir, nesi meşhurdur, nasıl gidilir anlatmaya çalışacağım.
HEM YAZ HEM KIŞ
Ailem yıllar önce yerleşti İsveç’e. Bu sebeple çok sık gidip gelme fırsatı buluyorum.
İsveç, Türkiye gibi yatay değil, dikine bir ülke. Neresini ziyaret edeceğiniz ve ne yapacağınıza göre uçuş güzergahınızı belirlemeniz gerekiyor. Kışın gidecekseniz Stockholm’e uçmanız yeterli. Buradan demiryolu ile ülkenin kuzeyine doğru yolculuk yapabilirsiniz. Demiryolu ağı oldukça geniş. Gitmek istediğini hemen her bölgeye trenle ulaşabiliyorsunuz. Özellikle kuzey kesimlerde yer alan buz oteller için Stockholm ilk durağınız olmalı. ‘Ben kış insanı değilim’ diyorsanız, ülkeni güney kesimleri özellikle bahar ve yaz aylarında çok hareketli. Bunun için Danimarka üzerinden seyahat etmeniz gerek. Hem ucuz, hem kolay…
HER TEPEYE BİR KAYAK TESİSİ
Kutup dairesine yaklaşık 200 KM mesafede, İsveç Jukkasjärvi'de dünyanın en eski ve meşhur buz oteli yer alıyor. Her yıl sonbaharda kurulan, yaz aylarının gelmesiyle birlikte ortadan kalkan bu otellerde görülecek pek bir şey yok. Odalar bir mumla dahi ısınabiliyor. Buzdan olmasına rağmen ısı yalıtımı gayet iyi. Bu otel bölgelerindeki en görülesi şey Kuzey Işıkları. Kışın girişinde ya da çıkışında eylül ve mart aylarında çok yoğun olarak gözlenebiliyor. Birbirinden güzel fotoğraflar ortaya çıkıyor. Kuzey Işıkları’nı görmeye köpek kızakları ile gidebiliyorsunuz. Ülkenin hemen her noktasında kayak ve kızak yapmak mümkün. En ufak bir tepenin etrafında bile küçük bir kayak tesisi bulunuyor. Üstelik bu tesislerin çoğu komünler yani kamu kurumları tarafından işletiliyor. Çok ama çok ucuza kış sporlarını yapabiliyorsunuz.
DENİZİN ORTASINA KONDURMUŞLAR
Son seyahatim 30 Nisan’daydı. Türkiye’deki seçim atmosferinden bunaldım. Kavga, gürültü ruhumu darladı. Sabiha Gökçen kalkışlı aldım biletimi. Sabah 8.30’da uçağa bindim. 3.5 saatlik rahat bir uçuşun ardından Kopenhag’a indim. Kopenhag Havaalanı’nın hemen altında tren istasyonu var. 4 saatlik bir tren yolculuğu ile İsveç’in Anadolu’suna, Samaland’a doğru yola çıktım. Kopenhag’dan İsveç’e trenle giriş yapıyorsunuz. Dünyanın en büyük köprülerinden biri olan Oresund Köprüsü Danimarka ve İsveç’i birbirine bağlıyor. Üzerinden hem 4 şeritli bir otoyol hem de tren yolu geçiyor bu köprünün. Köprüden geçerken denizin ortasındaki rüzgar santralleri dikkatinizi çekiyor. Yeşil enerji için biz elimizdeki hiçbir imkanı kullanmazken elin oğlu denizin ortasına devası rüzgar güllerini dikivermiş. Akıl almıyor.
İZLEMEK İÇİN DEĞİL, HAYATI KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN TREN
İsveç’in banliyö treni Öresundståg. Yarım saatte bir işliyor. 6 İsveç kent yönetimi tarafından ortak kurulan bir şirket. Bölgesel tren işletmeciliği yapıyorlar. Demiryolunu ‘yaptık duruyor’ mantığıyla değil gerçek anlamda vatandaşın ihtiyacını karşılamak için kullanmaya çalışıyorlar. Ben, Kalmar’a gidiyorum. Her defasında bu trenleri tercih ediyorum. Hem konforlu hem ucuz ulaşım sağlıyor. Ucuz dediysem aylık asgari ücreti 15 bin kron olan İsveçlilere göre ucuz. 4 saatlik seyahat için 400 kron ödüyorum. Türk lirası ile yaklaşık 750 TL yapıyor. Kur oranları can sıkıcı. Hele ki eskileri biliyorsanız… Henüz 3-4 sene önce 0,2 oranla alabilirken İsveç Kronu’nu şimdi 1,9 ödüyorum. Daha tren biletini alırken seyahatin maddi olarak ne kadar yorucu olduğunu anlıyorum ama Türkiye’deki seçim atmosferinde ruhumu yormak iyidir diye düşünerek kendimi teselli ediyorum.
İSVEÇ’İN ANADOLU’SU SAMALAND
Kalmar az önce bahsettiğim Samaland’da yer alan ufak bir şehir. Denize sıfır kalesi ve orta çağdan kalma eski binaları ile filmlerden fırlamış gibi. Anne-baba istasyona 5-10 metre mesafede yaşıyor. Nybro komününde. Samaland çok büyük bir alanı kapsıyor İsveç’te. Gelenekçi bir bölge. En güzel geleneklerinden biri ikinci el mağazaları. Kalmar başta olmak üzere Waxjö gibi pek çok kentte ikinci el mağazaları dolu. Birbirinden güzel, çok az kullanılmış marka ürünler bu mağazalarda çok çok ucuza satılıyor. Amaç kar değil. Vatandaş evindeki fazla kıyafetleri, mobilyaları, ürünleri bu mağazalara hibe ediyor. Hepsi kamu yararına dernekler ve vakıflar tarafından işletilen bu mağazalar da yok pahasına bu ürünleri satıyor. Böylece ihtiyaç fazlası ürünler katma değere dönmüş oluyor. Bir anlamda büyük bir yardımlaşma örneği.
İKİNCİ EL KÜLTÜRÜ
Bu ikinci el kültürü o kadar yoğun ki yılda iki defa festival düzenliyorlar. Bu gidişimde, Lopis adını verdikleri festivallerden birine denk geldim Kalmar’da. Çok güzel bir Jimi Hendrix plağı aldım. Yanında Elvis Presley, Boney M. ve Charles Parker gibi pek çok plak da cabası. Hendrix için ödediğim para Türk Lirası ile 70 TL. Diğerleri de aşağı yukarı bu kadara geldi. Birkaç bin liralık plak aldım. Bu plaklar için dönerken ekstra bagaj hakkına başvurmak zorunda kaldım. Orijinal Star Wars ve Looney Tunes figürlerini buldum festivalde, birkaç vintage kazak, deri mont ve gömlek de cabası… İstesem denk getiremezdim, tesadüfi denk geldiğim bu festivale hayran kaldım. Yüzlerce insan araçları ile devasa bir alanda buluşuyor, araçlarının bagajlarında getirdikleri ürünleri satıyor. Festival alanına girmek ücretli; 20 kron. Bizimkiler iyice yaşlanmış. 3 saat süren 2. turda pes ediyorlar, çıkıyoruz. Bana kalsa 4-5 tur daha atardım atladığım bir şey var mı diye. 1,5 valiz dolusu eşya ile arabaya atıyoruz kendimizi.
GEYİK KAVURMA, SOĞUK KARİDES DÜRÜM
İsveç’e gidecekseniz mutlaka bu ‘Lopis’e denk getirin seyahatinizi. Pişman olmazsınız… Lopislerin bir özelliği de pek çok seyyar yemek aracının şehre gelmesi. Geyik kavurmayı bu festivalde yeme fırsatım oldu. Daha önce yediğim ızgara geyikler gibi ekşi değildi. Sosu ve taze marul ile pek bir keyif aldım. Yarım saat geçmeden bir başka araçtan karides dürüm aldım. Farklı bir sos ve yine taze marulla birlikte çok keyifli bir atıştırmalıktı. Buz dolabından çıkmış, buz gibi karidesler özellikle kahvaltıda bir harika olur. Sosun tarifini de aldım, burada deneyeceğim artık. Bu yemek araçlarını özellikle anlatıyorum çünkü İsveç diğer hiçbir Avrupa ülkesine benzemiyor. Stockholm’ü hariç tutarsam pek çok kent merkezinde insan yok, dükkan sayısı da bir hayli az. Böyle festivaller bölgede bir hareketlilik yaratıyor. Onun haricinde bütün kentler çok sakin.
NÜFUSUN AZ OLMASININ ÖNEMİ
İsveç’in refahı ve huzuru da bu insan azlığından geliyor. İnsan ne kadar az olursa beton yığınları da o kadar azalıyor. Hiçbir kentin nüfusu 1 milyonu geçmiyor. Stockholm’de bile 1 milyon insan yaşamıyor. Hal böyle olunca geniş coğrafya da yemyeşil ormanlara, birbirinden güzel göllere ve gönlünce yaşam süren hayvanlara kalıyor. Yolda yürürken yolun karşısında bir karaca ya da geyik görmeniz çok yüksek olasılık. Kedi köpek gibi sokak hayvanlarına hiç rastlamadım ülkede. Ancak bol bol ördek, kaz, kuğu ve geyik gördüm. Kartpostallarda bile göremeyeceğimiz manzaralar bir anda gözünüzün önünde belirebiliyor. İnsan az olduğu için eski binalar rahatlıkla korunuyor. Şehirler 500 yıl öncesindeki yapılarla ayakta kalabiliyor. 2 katlı eski binaları yıkıp yerine apartmanlar dikmek yerine yatay mimariye özen gösterip restore ederek tarihlerini ayakta tutabiliyorlar. Bu durum çok özenilesi ancak çözüm için elimizden bir şey gelmez. Kocaeli’de bile 2 milyon nüfusla baş etmeye çalışıyoruz. Bunu bir kenara bırakıp İsveç hayali kurmamız çok zor.
KÜÇÜK BİR İKEA
Kalmar’da bir James Bond müzesi var. İçerisinde pek bir eser yok. Bölgede cam atölyeleri çok sayıda. Cam işlemeleri ile ün salmışlar. Dilerseniz birkaç yüz kron ödeyerek adınıza özel, istediğiniz renklerde çeşitli cam ürünlere üfleme yapabiliyor, el yapımı ürünlerinizi hatıra olarak alabiliyorsunuz. Atölyelere pek ayak basmadım. Daha ziyade kendimi doğaya bıraktım. Hemen her mahallenin bir gölü var. Çoğu yapay bu devasa göletlerin etrafında yürüyüş parkurları mevcut. Her biri ormanın yanı başında. Ormanlarda da yine kilometrelerce yürüyüş parkuru var. Birkaç yüz metrede bir küçük çocuk oyun parkları mevcut. Bütün ülke küçük bir İKEA sanki. Çocuk parklarında plastik yok. Kaydırağına kadar tahtadan üretilmiş her şey. Pek çok parkta Viking teması mevcut. Fakat genel anlamda ülkede Viking’in o beklediğiniz havasını alamıyorsunuz.
MİCHELİN YILDIZLI DAMAK ÇATLATAN BALIK VE ET
Son olarak bugüne kadar yediğim içtiğim her şeyi geride bırakan bir restoranı anlatıp bitireyim. Bana ayrılan alanı çok zorladım bile. Waxjö şehir merkezinde bir restoran var; PM & Vänner. İsveç’in Michelin yıldızlı tek restoranı. Buna ek olarak yeşil yıldıza da sahip. Yani ürünleri organik ve yerel üreticilerden temin ediliyor. Yemeklerin isimlerini hatırlamıyorum. Balık ve et olmak üzere iki ayrı tabak sipariş ettim. Bir tabak da babam yedi. Toplam 3 ana yemek, 2 bardak şampanya, 1 bira ve 1 porsiyon siyah havyar için 2 bin lira ödedim. Kur farkından dolayı elbette ortaya çıkan bu rakam. Ortalama geliri 30 bin kron olan sıradan bir İsveçli için böylesi muhteşem bir yemeğe 1.000 kron ödemek hiçbir şey… Yazının sonu, sözün özü; İsveç az insandan kaynaklı bir huzur ülkesi. Ne betona boğmuşlar kentleri ne hayvanların doğal yaşamlarına dokunmuşlar… Büyük partiler yapmak, eğlenmek isteyene değil, huzur bulmak isteyene, tarihe tanıklık etmek isteyene göre bir ülke. Bir de tabi damağını Michelin yıldızlı bir restoranda çatlatmak isteyene göre… Huzurla kalın…
Yorumlar (0)