Bu yazı yazdığım en zor giriş yazısı olacak. Belki kısa olacak, ama ne kadar da yazsam içimizdeki acıyı anlatmak zaten mümkün olmayacak. Yaşayan bilir derler...

Ben bu yazıyı yazarken canım babam tam 13 gündür Konak Hastanesi’nde yoğun bakımda yatıyordu. Doktorların söylediğine göre maalesef oradan çıkıp yanımıza gelmesi mümkün olamayacak. 13 gündür, günde bir defa telefon ile arayarak bilgi veriyorlar. 

En acı telefon dün geldi;

1 – 2 güne hazır olun... Belki yarım saat sonra, belki yarın ya da 1-2 güne gelecek o son telefon.

Çaresiz bir şekilde beklemekten başka hiçbir şey yapmıyoruz. Neyse ki tek tesellimiz bir bebek gibi uyuyor orada ve aynı şekilde uyku halinde göçüp gidecek bu diyardan.

Hayat böyle. Tam da bahar gelirken, etraf yeşerip doğa hayat bulurken koca bir çınar veda ediyor dünyaya.

Ben oğluyum diye demiyorum ancak onu tanıyan herkes hem fikir ki;

Bu dünyada eşi benzeri zor görülecek kadar naif, hassas, kibar, düşünceli, beyefendi ve temiz kalpli bir insandı babam Ulvi Tamer. Hayatım boyunca bir kişinin dahi onunla ilgili en ufak kötü bir şey düşündüğünü görmedim, duymadım, hissetmedim. 56 yıllık eşi olan annem Sevcan Tamer’e hâlâ ilk günkü gibi tutkuyla bağlıydı. Tabii annem de aynı şekilde. Hani o eski aşklardan. 

Şimdi size bir öneri; gidin sarılın öpün babanızı, annenizi. 

Bir bahar sabahı bir bakmışsınız yok...