Peki psikolojik olarak nasıl sağlamlaşırız? Psikolojik sağlamlık aslında dünyayla tanıştığımız andan itibaren maruz kaldığımız zorlantılara karşı duruşumuzdur. Bu, bebekken meme istediğimizde isteğimiz karşılanmadığında, tutturduğumuz oyuncak bize alınmadığında, arkadaşlarımız bizi dışladığında, katıldığımız yarışı kaybettiğimizde, istediğimiz ayakkabıyı almak için uygun zamanı beklerken, sevdiklerimizden uzak kaldığımız bir dönemde, alışık olduğumuz düzeni değiştirmek zorunda kaldığımız anlarda gelişmeye başlar.

Bir çocuğun gelişimine, yaşına uygun zorlantılara, strese maruz kalması ve o evrede geliştirdiği hayatta kalma stratejileri ileriki yaşlarda başına gelen olumsuz yaşam olayları ile baş etme becerisi kazanmasına yardımcı olur. Evet, yeterince zorlanmadan, işlevsel derecede strese maruz kalmadan sağlamlaşmamız güç olur. Ancak bizler ebeveynler olarak burada ayarı pek tutturamayabiliyoruz. Psikolojik dayanıklılık kazanması için çocuğu ya gelişimine uygun olmayan strese, sorumluluklara maruz bırakıyoruz ya da hiç kalbi kırılmadan, üzülmeden, canı sıkılmadan yetişsin diye yaşadığı tüm olumsuz olaylara müdahale edip onun yerine şartları uygun hale getiriyoruz. Böylece ya kendini korumayı ihmal eden, sınır çizemeyen, yardım talep edemeyen yetişkinler olmalarına sebep oluyoruz ya da çocuğun sorun çözme becerisini elinden alıyoruz ve ileride yaşadığı sorunlar karşısında kaçıngan davranması için ortam hazırlamış oluyoruz.

Psikolojik sağlamlık söz konusu olduğunda çoğu paylaşımda bunu nasıl geliştireceğimize vurgu yapılıyor. Ben bu yazımda psikolojik sağlamlığımızı geliştirmeyi biraz abarttığımız durumlara ve bunun sebep olduğu sonuçlara vurgu yapmak istiyorum.

Aslında yardım talep ederek altından kalkmamız gereken yükleri tek başına  yüklenebildiğimiz için takdir gördüğümüz ortamlarda, haddimizi aşan yükleri taşımayı sürdürürüz. Kimse bizi o yükü taşımazsak başımıza geleceklerle ilgili tehdit etmez aslında. Ya da o yükü taşımayla ilgili bizi zorlamaz. Ancak kaynaklarımızı sonuna kadar zorlayarak taşıdığımız o yüklerle ilgili bizi övdüklerinde, bu övgüyü kaybetmemek için her seferinde daha da zorlanmayı hoş görür, altından kalkmanın (sonunda bizi tüketse de) bir yolunu buluruz.

Kültürel ve inanç bakımından da boyumuzu aşan yükleri taşıma konusu fazlaca güzellendiği için, yardım istemeyi ya da ben bununla baş edemiyorum demeyi zayıflık olarak görürüz. Psikolojik olarak yeterince sağlam olmayışımızın ilişkilerdeki konumumuzu sarsmasından korkarız. Ancak kendi psikolojik sağlamlığımızın ilişki içinde olduğumuz kişiyi de ayakta tutmaya yetmeyeceğini gözden kaçırırız. Kendi baş etme becerimiz, başkalarıyla yaşadığımız sorunlarda onların sorumluluğunu da alıp durumu düzeltmeye yeter inancıyla, kaynaklarımızı her iki taraf için de kullanırız.

Günün sonunda  iş, arkadaşlık ya da romantik ilişki fark etmeksizin çokça tükenmiş ve yorgun hissettiğimizde belki de ilk defa bu yorgunluğu birine ifade etme, paylaşma ihtiyacı hissederiz. Uzun zamandır maruz kaldığımız duygusal, fiziksel, psikolojik yükleri dinleyen kişiden şu soru gelir; ‘ Bunca zaman nasıl dayandın?’. Zekamızı sorgularız, değerliliğimizden şüphe ederiz. Algılarımıza olan güvenimizi yitirme noktasına geliriz. Oysa sadece dayandıkça hayatta kalabileceğimize inanarak büyümüşüzdür. Hikayenin sonunda  iş yerinde faza iş yükü ve ihlal edilen haklar söz konusu olur. Duygusal ilişkilerimizde ise ihmal ve istismara açık hale gelmişizdir.  

Şimdi ‘dayandıklarınızı’ , ‘katlandıklarınızı’ bir düşünün. Bedeli ne? Sizi hayatta tutacak başka hangi kaynaklarınız var? Katlanarak canlı tuttuğunuz şeyin ömrü ne kadar? Katlanmadan da hayatta kalabileceğinizi fark etmeniz dileğiyle… J