Geniş ama kontrolsüz taşıt yolundan hızla geçen kamyonlar, her biri korna çalarak tozları yol kenarındaki öğrencilerin üzerine savuruyor. Duran bir tanesinin arkasında “Horn me” (Bana korna çal) yazdığını görüyorum. Bu yazı beni kahkahalarla güldürdü. Aaa, o da ne, hemen hemen araçların hepsinde “Please horn me” yazıyor. Öğrencisinden kamyonuna bu dev keşmekeşin içinde düzensiz, gürültülü ve sanki sihirli bir ahenk içinde akıyor trafik. Trafik ışığı zaten hak getire. Tabelası ve herhangi bir kuralı olmadığını bildikleri için, Hindistan’da her bir sürücü “Kornala beni” yazarak kuralını kendi koyuyor. Hızının suçunu azaltıyor sanki. İlginçtir, burası trafik kazalarında ilk sıra ülkeler listesinde falan da değil. Vızır vızır geçen ağır vasıtalar, akşamdan yıkanmış formalarına toz savrulan minik öğrenciler, kamyonetlerin arkasında sızlanan tavuklar, kirli su birikintilerine biraz daha kirli çamaşırlarını taşıyan kadınlar, bir deri bir kemik Hint fakirleri, sıfatını almamış olsalar bile ayakları çıplak yol kenarında bir yerlere giden “Hintli fakirler”, renkli renkli paketler içindeki çiğneme tütünleri (kuber ve baba), dört parça kontraplaktan oluşmuş bakkallarının önüne tezgâhlarını dizen bakkallar, yanlarında dünden kalmış tütünlerini çiğneyip hemen oracıkta tüküren adamlar… Bir yandan da bu manzara arasında sırıtan her bakkalın önünde asılmış, koca koca Lays paketleri, sandıklarda Coca-Cola şişeleri korkunç bir ahenk oluşturuyor. Eşi benzeri olmayan bir yaşam koleksiyonu bu. Allah’a emanet yaşayan bir milyardan fazla insan. Tencereler, tavalar, yemek tezgâhları, yağ kazanları, içecek fanusları; motosiklet, kamyon parçaları, lastikler, duvar kerpiçleri – klozet vs. satan bir nalbur dükkânından tren bileti aldığımı hatırlıyorum. Kırık dökük tahta kasalar, en az otuz yıllık tabelalar, elli yıllık çadır, branda bezleri, Batı markası dondurma şemsiyeleri, çöpler, torbalar, uçuşan samanlar, gıdaklayan tavuklar, salına salına yürüyen, açlıktan kemikleri sayılan inekler… Madem senin kutsalın, doyur hayvanları, ilgilen. Kutsal ineklerden biri parkta oturmuş haşlanmış mısır kemiren adamın elindeki mısırı bir hamlede kapıp koçanıyla birlikte hüpletmişti. Sağa sola tüküren, hiçbir şey yokmuş gibi oturduğu yerde işeyen, idrarın yerde ilerleyişini izleyen, ağzında iki dişi kalmış adam…


Tac Mahal’e yaklaşırken Hindistan’daki satıcı hortumunu görebilirsiniz… Ekonomik siklon döne döne bir hortum oluşturarak üzerinize geliyor sanki. İnanılır gibi değil. Çok ülkeye gittim, çook satıcı ordusu gördüm ama Hindistan’dakiler bir başka… Kendilerini ellerindeki şeyi satmaya vakfetmişler. Dalga dalga geliyorlar. Bir tarihi filmde, tepelerin üzerinden muharebenin yapılacağı meydana doğru yaldır yaldır akan atlı orduların sahnesini düşünün… GELİYORLAAAAR… Allah’ım hele o elindeki tahta fili, mermer Tac Mahal maketlerini satmak için elimize, kollarımıza yapılanlar yok mu? Bu coğrafya satıcıları, onlardan kurtulmak için sattıkları şeyi almanızı sağlamak adına ellerinden geleni yapıyorlar. Ülkenizi anlıyorlar. Bir kere ülkenizin dilinden şakalar yapmaya başlıyorlar. Hasan Şaş, Beşiktaş…

Bütün bunlar, bindiğim paslı, eski püskü otobüs penceremin çerçevesinin içinde.
Nasıl koruyorlar o ahengi ve ahenk içerisinde kendilerini nasıl koruyorlar? Şahit olsanız bile anlayabilmeniz çok zor.
Kalın sağlıcakla…
Yorumlar (0)