Kanser bir hastalık grubudur, tek bir hastalık değildir. 200 civarında temel grup ve onların da birçok alt grubu tanımlı. Yani tanı konulurken dikkate alınması gereken pek çok ayrıntı var. Her kanser türünün adını doğru koymak önemli çünkü uygulayacağımız tedaviler kanser türüne ve her hastaya göre farklılıklar gösterebiliyor. Kanseri oluşturan anormal hücreler kontrolsüz bir şekilde çoğalıyor. Bu hücrelere bakarak kanserin tipinin tanısını koyabilmek için bir patoloji uzmanına ihtiyaç var. İşte kanser süreciyle ilişkili ilk tespit böyle yapılıyor ve hastadaki tümör kuşkulu alandan bir biyopsi yapılarak tümör hücreleri örnekleniyor. Biyopsinin mikroskop altında incelenerek tümör hücreleriyle ilgili kesin kararın verilebilmesi için alınan tümör hücrelerinin doku işlem basamaklarından geçmesi gerekiyor ki, mikroskop altında incelenebilir hale gelsinler. Doku işlem basamağı ısı, basınç ve zaman kontrollü otomatik sistemler ile birçok kimyasal madde kullanılarak dokuya çok ince kesilebileceği sertliği kazandırıyor. Bu doku sertliği sayesinde kanserden alınan biyopsideki hücreler standart 5 mikrometre kalınlıkta kesilebiliyor. Bu standart kalınlık, içinden ışığın geçmesine izin vererek kanser hücrelerinin mikroskop ile incelenmesine olanak sağladığı için kullanılıyor. Doku işlem basamağında böyle ince kesilebilmesi için sertleşen biyopsiye destek olan bir matriks kullanılıyor. Bu matriks, yani destek de parafin (mum) olarak biliniyor. Mum içindeki tümör örnekleri yıllarca oda ısısında bozulmadan saklanabiliyor ve tekrar ihtiyaç duyulduğunda kullanılabiliyor. 

Patolojinin kanser tanı ve tedavisinde yeri nedir? 
Hastalık ve iyileşme sürecinde modern tıbbın kazanımlarının önemli bir kısmı patoloji etrafında toplanıyor. 1200’lü yıllarda kullanılmaya başlayan büyüteç zaman içerisinde sofistike bir yardımcı araca dönüşüyor. Patolojik tanıda vazgeçilmez bir unsur. Ona “mikroskop” diyoruz. Bu cihazın temel olarak bize sağladığı; vücudumuzdan alınan küçük parçaları (biyopsi olarak tanımlanıyor) incelemek. Kanser olduğu düşünülen dokudan alınan bu biyopsileri, biz içinden ışık geçecek kadar inceltiyoruz. Sonrasında çeşitli histokimyasal boyama teknikleriyle amaca uygun kontrastlar oluşturup hastalıklı alanda bulunan hücreleri ve ara dokuyu mikroskopla inceliyoruz.

Alınan biyopsilerin sadece anormal olduğunu, yani kanser hücresi içerdiğini söylemek yetmiyor. Kanserin spesifik olarak ismini de koymak gerekiyor. Böylece spesifik tedavileri için planlama yapılabiliyor. Patolojik incelemeden sonra, memeden alınmış bir biyopsiye sadece meme kanseri demiyoruz. Hangi tip olduğunu da belirlemiş oluyoruz. Ayrıca tedavi için hangi ilaçların kullanılabileceğini de belirliyoruz. Tedavi planı da buna göre yapılıyor. Tüm bu süreçler uluslararası standartlarda olmalıdır. Yani alınan biyopsi herhangi bir ülkede de bakılsa aynı tanı ve detay bilgilerini içeren patoloji raporu oluşturulabilmelidir. Bu da ancak bilgi merkezli kuralların titizlikle uygulanması ve takibi ile mümkündür. 

Patoloji sonucunun hızlı çıkması, vakit kaybetmeden tedaviye başlanabilemesi açısından önemli. Anadolu Sağlık Merkezi’nde patoloji sonuçları ne kadar sürede çıkıyor? 
Hastalar doğal olarak sonucu beklerken stres yapıyorlar. Bizler hekim olarak onları çok iyi anlıyoruz. Böyle bir düzeni işletebilmek ve hastayı çok fazla strese sokmadan, bir an önce tanıyı koyup tedaviye yönlendirmek için gereken donanıma sahip olmak çok önemli.

Hem cihaz donanımı hem de nitelikli personelin doğru sayıda bir arada olması şart. Kaliteli sarf malzemeleri ve laboratuvarın doğru işletilmesi de sonucun önemli bileşenlerinden. Her şey bir araya geldiğinde süreç çok daha verimli ve hızlı olabiliyor. Biz, nadir istisnalar dışında, örneğin rutin bir meme biyopsisi için 24 saatte örneği inceleyerek tanıyı koyabiliyor ve tedavi ilişkili parametreleri belirleyebiliyoruz. 

Ayrıca EGFR, ALK, ROS-1, NTRK, B-RAF, KRAS, NRAS, NTRK-1,2,3, PD-L1, MSI ve sarkom tanısı için gerekli özel FİSH incelemelerini içeren Moleküler Patoloji testleri de laboratuvarımızda hızlı bir şekilde sonuçlandırılıyor. Bunun yanı sıra likid biyopsi uygulamaları sayesinde kan örneklerinde tümöre ait hücre ve genetik materyal incelemeleri ile tümörü daha çok küçük boyutlardayken saptayabiliyoruz. Tümörün genetik özelliklerini ve tümör hücresinin dolaşan kandaki sayısını da dikkate alarak tedavi planı oluşturuyor, tedaviye yanıtın takibini yapabiliyor ve tedavi direncinin nedeninin saptanmasında çok zaman kazanıyoruz. 

Sonuçların bu kadar hızlı bir şekilde çıkmasının nedenleri neler? Hangi yöntemler kullanarak bu kadar hızlı sonuç alınıyor?

Patoloji uzmanı başına 100 örnek geliyorsa burada ister istemez bir sıra oluşur. Ancak deneyimli ve iyi eğitimli patoloji uzmanlarının sayısı yeterli olursa, hastaların bekleme süresi kısalır. Hastalar patoloji sonucunu almak için bir aya kadar uzayan sürelerde beklemek zorunda kalmaz. Bizim işleyiş prosedürümüzde, biyopsi aldıktan sonra, bazı istisnalar haricinde, akşam saat 17’ye kadar gelen tüm örnekler ertesi gün saat 10.00’da mikroskop altında görünebilecek hale gelir. Kanser kuşkusu olan örnekleri öne alıyoruz ve onların ilk mikroskobik görüntülerini değerlendirip ek işlem gerekip gerekmediğine, daha spesifik bir tanısal işlem ya da tedavi ilişkili diğer ek incelemelerin gerekip gerekmediğine bakarız. Bu süreçlerde immümhistokimya ve moleküler patoloji tekniklerini sık olarak kullanırız. 

Hızlı sonuç alınmasının önemi nedir?
Hastayı çok fazla bekletmeden 24 saatte kanser olup olmadığını söyleyebilmemiz önemli. Yaptığımız ek işlemlerle kanserin türünü de belirliyoruz. Sonuç olarak bize gelen bir hastaya biyopsi aldıktan 24 saat sonra kesin tanıyı söyleyebiliyor ve tedaviyi buna göre planlamaya başlayabiliyoruz. Böylece hastaların da bekleme stresini hem en aza indirmiş oluyor hem de vakit kaybetmeden uygun tedaviye başlamış oluyoruz. 

“Biyobelirteç” dediğimiz özel moleküllere karşı geliştirilmiş antikorlar artık çok çeşitli ve bunlar yerinde ve doğru kullanılırsa kesin ve yerinde sonuçlara ulaşmak mümkün. Yani kemik ağrısı ile gelen bir hastanın kemiğinden alınan örneği incelediğimizde bunun kemik değil de, meme kanseri metastazı olduğunu bile anlayabiliyoruz. Daha sonra kılavuzlardan da faydalanarak diğer ilgili branş hekimleriyle multidisipliner tümör kurullarımızda görüşerek hastamızın tedavisini planlıyoruz. İlaç, ameliyat, radyoterapi ve ameliyat sırasında yaptığımız radyoterapi uygulamalarımız (Intraoperatif Radyoterapi) oluyor. İlaçlar ve tedavi yöntemleri her hastaya göre değişkenlik gösteriyor. Her hasta için en uygun tedavinin hangisi/hangileri olacağını multidisipliner bir şekilde, tüm ilgili branşların bir arada olduğu tümör kurullarımızda belirliyoruz. Hangi kanser türü olursa olsun, kanser tanısı alan tüm hastalar hastanemizde ilgili uzmanların yer aldığı kurullarda değerlendirilerek tedavi multidisipliner olarak kararlaştırılıyor. Üyesi olduğumuz Avrupa Kanser Enstitüleri Birliği’nin (OECI) şartlarından biri de, kanser hastalarının tamamının multidisipliner tümör kurullarında görüşülmesidir. Bu çok iyi bir standart. Biz de Avrupa Kanser Enstitüleri Birliği tarafından akredite edilmiş bir kurum olarak bu uluslararası standartlara göre hareket ediyoruz. 

Patoloji bilimindeki yenilikler neler? Yeni tanı yöntemleri var mı? 
Patoloji sadece tanıda görev almıyor. Sadece kanser değil birçok hastalığın tanısı da patoloji uzmanlarınca konuyor. Patoloji bize hastalığın ayrıntılı tanısında, hastalığın tekrar edip etmediği konusunda, takiplerinde, yani neredeyse her basamakta yol gösteriyor. 

Tıbbın bu kadar gelişmediği yıllarda mikroskop ile hastalığın tanısını doğru koymak ve tekrarlanabilir olmasını sağlamak esastı. Ancak 1970’li yıllardan başlayarak artık özellikle kanserin tedavisiyle ilgili bazı değişiklikler, yeni bilgiler ve bu bilgilerin de klinik sürece yansıması gündeme geldi. İlk olarak da hormonal tedavi ile memede başladı. Meme hücreleri bir nedenle kontrolsüz çoğalmaya başladığı, yani tümör oluşturduğu zaman, o hücreleri besleyen kadın bünyesinin yaptığı bir hormon var, östrojen. Bu östrojeni hücre yüzeyinden, hücrenin içerisine sokan bazı reseptörler var. Bu hormon olduğu sürece o hormon reseptörlerinin sayısı da artıyor. Normal olan meme hücresine göre daha büyük bir duyarlılıkla östrojen açlığını giderecek şekilde çoğalmaya başlıyor. Bu östrojenin yapıştığı ve açlık oluşturduğu, “reseptör” dediğimiz molekülleri biz azaltırsak ve kapatırsak o hücre, östrojenin oluşturmuş olduğu çoğalma kırbacından kurtulacak ve büyüyüp çoğalamayacak, ölecektir. Bütün mantık bu kadar basit. Dolayısıyla artık meme tümörlerinde hormon reseptörlerine bakmak bir standarttır. 1990’lı yılların sonunda meme kanserlerinde HER2 dediğimiz bir başka büyüme faktörü reseptörü ile tanıştık. Bu da meme kanseri hücresinin yüzeyinde var ve o reseptörü de tıkarsak yine hücreler büyüyemez, çoğalamaz ve ölür. Bu reseptörü işlevsiz bırakan ilaçların işe yarayıp yaramadığının, yani tedavi edici etkisi olacağının göstergesi olarak   HER2 biyobelirteç testlerini yapmaya başladık. Bazen bu reseptörlerin seviyesi az oluyor. Bu durumda daha hassas moleküler genetik yöntemler kullanıyoruz (HER2 FİSH analizi). 

Tıbbın pek çok alanında, özellikle de patolojide yapay zekâ uygulamaları giderek yaygınlaşıyor. Yapay zekanın ne önemi var, hasta ve hekim açısından ne avantajları var? Anadolu Sağlık Merkezi’nde bu teknolojilerden faydalanılıyor mu? Hızlı tanı konmasında rolü var mı yapay zekanın? 

Yapay zekanın birçok uygulamaları var. Özellikle bizim kantitatif patoloji ayağının klinikte çok fazla kullanımı olmasa da, insan gözünün de yapabildiği bir işi makineler yardımıyla daha eksiksiz, daha tekrarlanabilir ve daha büyük örnekler üzerinde yapmak tabii ki bir güven sağlıyor. Ama bizim yapay zekadan beklediğimiz sadece bu kadar değil. Mesela 10 yaşında bir çocuğa gliyoblastom tanısı koyuyorsanız, “Bir kere daha düşünmek ister misin?” diye soruyor. Bu, tam olarak tanı süreçlerinde gereken bütün algoritmaları eksiksiz, tam olarak yapıp yapmadığımızı gösteren bir kontrol mekanizması aslında. Ya da önceki bilgilere dayalı bir algoritmik yol gösteren bir mekanizma. 

Bunlar yıllardır var, ancak hekimin rolünü üstlenebilir duruma gelen bir uygulama henüz yok, ufukta görünüyor gibi. Bizim alanda tek bir FDA onaylı bir uygulama var. PAP smear test denilen testin değerlendirilmesi için kullanılan FDA onaylı bir kapalı sistem var. Bunun da yaklaşık her 4 vakadan 1’ini direkt arşive atacak kadar becerikli ve güvenilir olduğunu FDA onayladı. Biz bakmadan arşive gönderme fonksiyonunu kullanmıyoruz ama dünyada kullanan, yoğun vaka sayısı olan merkezler var. İş yükü çok fazla. Özellikle rahim ağzı kanseri taraması için HPV testini değil de smear testini tercih etmiş ülkelerde kullanımı var. 

Yerine geçmek değil de destek olmaları açısından yapay zeka çok önemli. Biz yapay zekayı patolojide her aşamada kullanıyoruz. Hastaya mümkün olduğu kadar doğruya en yakın ve kesin cevabı vermemiz için bize yol gösteriyor. Çok büyük vaka serilerine ait morfolojik, immünfenotipik ve moleküler verileri, çok kısa sürede karşılaştırmalı ve kanıtlarıyla bize sunan sitemlerimiz var. 


444 42 76
www.anadolusaglik.org