Manastıra girmek için üç temel prensibi benimsemek gerekiyor: kendinizi Tanrı’ya adamak, bekâr kalmak ve mal-mülk ya da eş peşinde olmamak. Yani kısacası, her türlü dünyevi zevkten ve bağdan vazgeçmek… Bu düzen, Orta Çağ’dan günümüze kadar devam ediyor.

Yunanistan’daki Meteora, yalnızca dini bir merkez olmanın ötesinde, doğa harikası bir bölge. Burası, sadece manastırlarıyla değil, aynı zamanda coğrafi yapısıyla da dikkat çekiyor. Yüzeydeki çakıl, kum, çamur ve kil tabakaları, faylarla ayrılmış. Zaman içinde yükselen erozyon, burada 400 metreyi aşan devasa kayalıklar oluşturmuş. “Konglomera” adı verilen bu sıkılaşmış tabaka, zaman zaman faylarla kırılıyor ancak yatay erozyona pek rastlanmıyor. Dünyanın birçok yerinde yatay erozyon yaygınken, burada dikey erozyon hâkim. Bu da Meteora’yı benzersiz kılıyor. Bizim Kapadokya’da bile 100 kilometre arayla farklı oluşumlar görebilirsiniz, ancak burada şekillenme yalnızca belirli bir alanda gerçekleşmiş. Adeta gökyüzüne yükselen kayalar, rüzgârın, suyun ve zamanın mükemmel bir işçiliği gibi duruyor.

Meteora, Tesalya Vadisi’nin kuzeybatı ucunda yer alıyor ve burası gerçekten farklı bir atmosfere sahip. “Bir yerin enerjisini nasıl anlarsınız?” diye sorarsanız; bunu, bir arkadaşınızın evine gittiğinizde hissettiğiniz huzura benzetebilirsiniz. Orada kendinizi rahat hissedersiniz, sohbet keyiflidir, frekanslar uyuşur. İşte bazı yerler de aynı şekilde insana iyi hissettiren bir enerji yayar. Anadolu’da bir söz vardır: “Dadaş, dadaşı gözünden tanır.” İnsan, bedeninin ve ruhunun algıladığı enerjiyi fark eder ve ona göre bir bağ kurar.

Dünyanın enerjisi yüksek noktalarına hep özel mabetler inşa edilmiştir. Roma döneminde bir tapınak yapılır, Hristiyanlıkla birlikte kiliseye dönüşür, Osmanlı gelir cami olur, sonra tekrar kilise… Peki neden hep aynı noktalar seçiliyor? Çünkü bu yerlerin enerjisi yüksek ve bu, tarih boyunca bilinen bir gerçek. Orada Tanrı ile kutsal bağın daha da güçlendiğine inanılıyor. O yüzden insanlar dua etmek, meditasyon yapmak ya da içsel yolculuğa çıkmak için özellikle bu tür yerlere yöneliyor.

Manastırlar, genellikle gözlerden uzak, ulaşılması zor, yüksek yerlere konumlandırılıyor. Bunun nedeni basit: Şehirlerde çok fazla uyarıcı var; cep telefonları, televizyonlar, trafik gürültüsü… Tüm bunlar insanı maneviyatından koparıyor. Modern dünyanın kaotik yapısı, bireyi içindeki tanrısallıktan uzaklaştırıyor. Manastırlar ise bu gürültüden kaçmak, sakinleşmek ve ruhsal bağlarını güçlendirmek isteyenler için bir sığınak görevi görüyor. İşte bu yüzden Sümela Manastırı gibi birçok manastır, sarp kayalıkların tepesine inşa edilmiş.

Devam edecek….